Katiboğlu, Kazazoğlu; İki Sınıf Arkadaşı, İki Dekan

Prof. Dr. Ahmet Bülent Katiboğlu ve Prof. Dr. Ender Kazazoğlu’ndan bahsediyoruz. Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden 1984 yılında birlikte mezun olan, diş hekimliği biliminin önemli iki insanı aynı dönemde iki ayrı üniversitenin diş hekimliği fakültelerine dekan oldu. Yoğun çalışmaları arasında bir araya gelme fırsatı bulan iki değerli insanın geleceğe yönelik fikir alışverişinde bulunmalarını Vestiyer Yayın Grubu olarak yayınlamak istedik.
Katiboğlu, Kazazoğlu; İki Sınıf Arkadaşı, İki Dekan Katiboğlu, Kazazoğlu; İki Sınıf Arkadaşı, İki Dekan
Katiboğlu, Kazazoğlu; İki Sınıf Arkadaşı, İki Dekan

“Fakültelerimiz, Türkiye hatta dünya standartlarında diş hekimliği sunmak için iş birliği içerisinde çalışmalıdır” diyen Katiboğlu ve Kazazoğlu, diş hekimlerinin mezuniyet sonrasındaki eğitimlerinde de iş birliği yapılması düşüncesindeler.

Reklam

İşte öğrencilik yıllarından beri arkadaşlıkları hiç kopmadan günümüze kadar gelen iki dost; Beykent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi dekanı Katiboğlu ile Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi dekanı Kazazoğlu’nun samimi ropörtajı.



Değerli hocalarım, keyifli sohbetimizden önce sizleri kısaca yeniden tanıyabilir miyiz?

Prof. Dr. Ahmet Bülent Katiboğlu:
Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden 1984 yılında mezun oldum. Doktora çalışmamı, 1992 yılında, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde, genel anestezi altındaki çocuklarda diş hekimliği cerrahisi çalışması yaparak tamamladım. 1994 yılında Doçent, 2000 yılında Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Profesörü  oldum. Kariyerim boyunca başta Bern Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi ve  Kopenhag,  University Hospital (Rigshospitalet) olmak üzere yurt dışında ileri düzey dental implant cerrahisi ve Oral ve Maksillofasiyal Cerrahi cerrahi çalıştım. Dental implat cerrahisi konusunda yurtdışı ve yurt içinde sayısız, eğitim ve konferans verdim. Türk Dişhekimliği Dergisi gurubunun şef editörü ve The British Dental Journal Türk’ün danışmanı, Turkish Association of Oral and Maxillofacial Surgery, Turkish Association of Oral Surgery, Turkish Dental Association ve The International Association Oral and Maxillofacial Surgeons gibi ulusal ve uluslararası mesleki derneklerin üyesiyim. 2002-2006 arasında DDBK ve 2007-2008 yılında ise Uluslararası Dental İstanbul Dişhekimliği Kongresi’nin ve 2016 yılında Türk Oral ve Maksillofasiyal Cerrahi Kongresi’nin başkanlıklarını yaptım. 2011 yılında ilk özgün Türk diş implantı “Dental İmplant KA”yı  tasarlayıp 2012 Uluslararası Dental İstanbul Kongresi’nde sundum. 2016 Greatist Uluslararası Kongresi’nde onursal başkan plaketi aldım. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı’ndaki görevimden ayrılarak, Beykent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi dekanlığına vekaleten atandım.

Prof. Dr. Ender Kazazoğlu: 1960 doğumluyum. Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi 84 mezunuyum. 1991 yılında The London Hospital Medical College, Dental School’da Doktor (Ph.D.) unvanını aldım. 1993 yılına kadar Londra üniversitede araştırmacı olarak çalıştım ve aynı yıl Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım. 1994 yılında Doçent, 2000 yılında Profesör oldum. 1996 – 2003 yılları arası yarı zamanlı 2003 yılından itibaren Yeditepe Üniversitesi Protetik Diş Tedavisi Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktayım. Ayrıca aynı fakültede 2003 ile 2015 yılları arasında Dekan Yardımcısı olarak görev yaptım. 2018 Ocak aynından itibaren Dekan olarak atandım. 2010 yılında İstanbul Diş hekimleri Odası Yönetim Kurulu seçildim. Eğitim Komisyonu Başkanı ve 2011-2012 Başkan Vekili olarak görev yaptım.

Ender Hocam, 20 yılı askın süredir Yeditepe bulunmaktasınız ve şuan dekanlık görevinde devam ediyorsunuz. Yeditepe’de nereden nereye gelindi, ne aşamalardan geçildi? Ve gelecekte neler hedefleniyor?

Öncesinde Yeditepe’nin özel okul olmasının alerjik reaksiyonu vardı diyebilirim. Çünkü ülkemizde daha evvelden böyle bir özel okul tecrübesi yaşanmıştı. Türkiye’de halk arasında Nişantaşı Diş Hekimliği Yüksek Okulu diye bilinen özel bir okul vardı (İstanbul iktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Diş Hekimliği Yüksek Okulu). Hatta ülkemizde ki ilk özel diş hekimliği okulu burasıydı. Bu okul daha sonra özelleştirilmiş (1972) 1981 de YÖK kurulması ile Marmara Üniversitesi’nin bünyesine alınmıştır. O zamanın şartlarında özel okul iken öğrenci sayısı çok yüksekmiş (400) ve bu yüzden de yeterince kaliteli eğitim yapılamamış. Bu yüzden özel okulun herkeste kötü anısı olmuş. 1996 da Yeditepe Diş Hekimliği Fakültesi açılınca ilk olarak hekimlerden ve birçok öğretim üyesinden ilk olarak olumsuz tepkiler gördük, elbette bu doğaldı. Gelen sorular arasında sürekli maddi konular oluyordu. Para alınıyor ama ne yapılıyor, eğitim yeterli mi, öğrencilere ne öğretiyorsunuz, para veren öğrenci sınıfı geçer mi, yönetim hocalara karışılıyor mu vs.

Bizler, kurucu dekanımız Prof. Dr. Türker Sandallı ve o sırada 62 yaşını doldurmuş devlet üniversitelerinden emekli edilen isimleri ki bu hocalar Diş Hekimliğinin temel hocalarıydı örneğin Prof. Dr. Gündüz Bayırlı, Prof. Dr. Senih Çalıkkocaoğlu, Prof. Dr. Mübin Soyman, Prof. Dr. Peker Sandallı, Prof. Dr. Selçuk Yılmaz, Prof. Dr. Nuket Sandallı. Bu tecrübeli duayen hocaların yanında o zamanlar daha yıldızı parlamamış çalışkan gençlerde ki bugün bunlar günümüzün değerli bilim insanlarıdır, bu gruba dahil edilerek bir özel üniversitede eğitimde kalitenin nasıl sağlanacağını ispat ettik. Bu durum zaman içerisinde meslektaşlarımız tarafından görülünce ismimiz yükselmeye başladı ve belli bir çizgiye oturdu. Halk arasında bilinirliğimiz arttı.

Bu durum karşılıklı olarak hastanenin kalitesine de yansıdı. “İyi eğitim ve İyi tedavi” Yeditepe’nin sloganı oldu. ondan sonra ISO’dan başlayıp arkasından JCI (uluslararası hastaneler akreditasyonu), onun arkasından Avrupa Birliği Eğitim Federasyonu ADEE akreditasyonuyla yol alıp son olarak bize çok şey katacak olan hatta bizi uluslararası bir fakülte veya merkez yapacak olan American Dental Association  (Amerikan Diş Hekimleri Derneği) akreditasyonuna müracaat ettik ve final denetimine kaldık. Bilinirliğimizi sadece Türkiye ile sınırlı tutmayıp Orta Doğu, Avrupa ve dünyanın çeşitli yerlerinde yer alarak dünyanın sayılı Diş Hekimliği Fakülteleri arasına girmeye çalışıyoruz.

Ve Bülent hocam size dönersek… Çapa’da başlayıp Çapa’da devam ettiniz. Şimdi Beykent, Özel Üniversite… Diş hekimliği sizin zamanınız boyunca nerelere geldi?

Şöyle söyleyeyim; bence İstanbul Üniversitesi, diş hekimliğinin her zaman temel taşı olmuştur. İ.Ü. Diş Hekimliği doktorentleri olarak bizim en büyük şansımız, Atatürk’ün savaş yıllarında Alman mezaliminden kurtarıp ülkemize kazandırdığı profesörlerden, çene yüz cerrahı Dr. Alfred Kantorowitcz’in öğrencilerinden örneğin Prof. Dr. Necla Timoçin gibi değerli öğretim üyelerinden birebir yararlanabilmekti. Onlardan çok şey öğrendik. Hem usta-çırak çalıştık, hem de akademik anlamda önemli bir deneyim kazandık. Yıllar içerisinde kişisel olarak ben bu deneyimlerimi öğrencilerimle birebir paylaşma mutluluğuna eriştim. Yani sizin deyiminizle Çapa da yıllarım geçti ve anabilim dalımızda çok sayıda kaliteli akademisyen yetişti, akademisyen sayımız artık eğitim için fazlasıyla yeterli idi. Vestiyer Yayın Grubu olarak siz de biliyorsunuz ki, Dişhekimliği Dergisi, Dental İstanbul Kongresi ve akabinde  Türk diş hekimliğinin en önemli dental kongrelerinden GREATIST  buradan doğdu. İşte bu birikim ve deneyimlerimi özel bir Üniversite, genç akademisyenler, yeni bir fakülte ve onun yeni öğrencileri ile paylaşmam gerektiğini düşündüm.

Beykent Üniversitesi’ni, hem diş hekimliği jenerasyonu hem de fiziksel yapı olarak değerlendirir misiniz, fakültenizde eğitim başladı mı? İçinde bulunduğunuz kompleks de hangi bölümler var?

Beykent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi modern, büyük ve büyük bir kompleksin içerisinde eğitimine bu sene yani 2017-2018 eğitim ve öğretim yılına 20 si yabancı 60 öğrenci alarak başladı. Fakültenin en modern ve gerekli tüm diş hekimliği alet ve cihazları ile donatılmış 72 yeni üniti var. Bilgisayarlarla donatılmış klinik ve laboratuarlarda gerekli en ince ayrıntı düşünülmüş. Yeni jenerasyon, dersleri ve sınavları bilgisayarlı ortamda gerçekleştirilen bir yapı ve modern bir eğitim programı takip ediyor. Ben ve akademisyenlerim bu alt yapı üzerine eğitimin akıcı ve öğretici olabilmesi için önemli rötuşlar yaparak kalıcı bir sistem oturtmak için çalışıyoruz. Kampüsün diğer avantajı da Tıp Fakültesi ve Sağlık Meslek Yüksek Okulu ile bir arada olmamız. Böylece hem multidisipliner bir çalışma ortamı, hem de eğitimde ortak çalışma olanağı oluşuyor. Yıllar ilerledikçe akademisyen ve öğrencilerimizi bu yapıdan sonuna kadar yararlanmasını sağlayacağız. Hedefimiz, gelişime son derece açık olan bu ortamda ülkemize başarılı diş hekimleri yetiştirmek.

Hedefleriniz neler? Diş hekimliğinin şu anki yeriyle ilerideki yeri için neler yapmalıyız, bu noktada hekimlere düşen görevler nelerdir?

Bir eğitimci olarak öncelikli hedefimiz tabii ki donanımlı diş hekimleri yetiştirmek. Ayrıca diş hekimliği eğitimi süresince mesleki etiğin de özellikle üzerinde durulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak tabii ki mesleğin doğru icra edilmesi, fakültedeki eğitimlerle son bulmuyor. Mezuniyet sonrası gerekli deneyimin kazanılması, bilgi ve pratiğin arttırılması için de eğitimlere devam edilmeli, global diş hekimliği takip edilmeli. Dünya, bilim ve teknoloji hızla gelişiyor. Bu konuda fakültelere önemli bir görev düşüyor. Öncelikle fakültelerin tüm gelişmeleri takip etmeleri, bu gelişmeleri diş hekimlerine iletmek için post graduate eğitim, kurs, sempozyum ve kongre düzenlemeleri. Dolayısıyla hem kendi bilgi ve deneyimlerini, hem de global bilim adamlarını davet ederek dünyanın deneyimlerini meslektaşları ile paylaşmaları gerekiyor. Ayrıca bu paylaşım için, kamu statüsündeki sivil toplum örgütlerine de görev düşüyor.

Ender Hocam bu konuda siz neler söylemek istersiniz?

Ben bu konu da sadece şunu dile getirmek istiyorum; eğitimi verecek akademisyenlere çok iyi bakılmalı. Yani, şunu ben kabul etmiyorum: Bir yandan hasta bakacaksın, bir yandan eğitim vereceksin, bir yandan araştırma yapacaksın, bir yandan da idari işlere bakacaksın. Sonra da bazı kişiler kalkacak ülkemizde yeterince patent alan araştırmacı yok yaptığınız araştırmanı değeri yok sonra da siz hocamasınız diye eleştirilere maruz kalacaksınız. Tabii ki ben hastaya bakacağım. Pratik eğitim olarak bunu yapmam gerek, ama para kazanmak için ben hasta bakmaya başladığım an, iş eğitim kısmından çıkıp ticari kısma geliyor. Bunun en komik örneği bazı diş hekimliği fakültelerinin klinikler açıp hasta bakarak döner sermaye yaratma çabalardır. Bu sayede öğretim üyelerinin gelirlerinin artırıldığı düşünülür. Bakın biz Diş Hekimliği Fakültelerini hastalara hizmet veren kurumlar olarak görürsek yanlış yolda gideriz. Fakülte ismi üstünde eğitim yeridir o kurumda hocaların bizzat öğrencileri eğittiği yerler olmalıdır yoksa hasta bakılan ticari yerler değil. Sonra siz o hocalar dan eğitimin yanında araştırma yapmasını beklersiniz. Siz bir hocaya memur gibi sabah akşam imza koyuyorsanız o hocadan araştırmada bekleyemezsiniz. Bir araştırma yapmak konsantrasyon ister, zaman ister, düşünmek ister ve yazmak ister. Siz bir hocanın performansını baktığı hastalar ve işe geliş saatleri üzerinden değerlendirirseniz biraz evvel söylediklerimi bekleyemezsiniz çünkü bir gün 24 saattir.

Devlet de özel sektör de, bizlere yani öğretim üyelerine pamuklar içinde bakmalıdır. İstediklerimiz çok büyük şeyler değil. Ben geleceği görüp de istediğimiz şeylere bürokratik engellerin çıkarılmasından artık sıkıldım. Ben dünyayı geziyorum, dünyayı biliyorum ve dünyada neler olacağını da tahmin ediyorum. Dolayısıyla olacağını tahmin ettiğim şeye memleketimde ki öğrencileri hazırlarsam o zaman bizim başımıza kötü bir şey gelmez ve her şeye hazır olmuş oluruz. Ama eğitimde açıkları görüp kapatmak için çalıştığında bürokratik engeller çıkarsa çalışma hevesiniz kırılıyor. Devlette de özel sektörde de her zaman öğretim üyelerinin önünü açacak idareciler ile çalışmalıdır. Özel sektörde var olan üniversite yöneticileri üniversitelerine sadece maddi kazanç kapısı olarak bakmamalıdır. Üniversite açıyorsanız, insanları yani bu ülkenin geleceğini eğitiyorsunuz. Dolayısıyla burada ilk mesele para kazanmak olmamalıdır. Bizler eğitim için alınan parayı yeni teknolojilere, yeni laboratuvarlara yatırmalı ve olanı geliştirmeliyiz.

Biraz da iğneyi biz kendimize yani öğretim üyelerine batıracak olursak: şunu her zaman kendime soruyorum, yaptığımız doktora tezlerinin kaç tanesi sanayide bir iş için kullanıldı? Aslında sorum tüm öğretim üyelerine. Bu kadar tez yaptırdım ama kaç tanesi Türk sanayisine katkı sağladı? Kendi kendimize tez yazıp rafa koymamalıyız. Bu bilgilerin kullanılması lazım. Öğretim üyelerini sanayicileri, sağlık bakanlığını ve sanayi bakanlığını ortak toplantıya getirmek lazım. 90’lı yıllarda Cambrigde Üniversitesi’nin bahçesinde tüm firmaların irtibat büroları vardı. Bu bürolar üniversitelerden araştırma ve geliştirme ister paralarını verir araştırma yaptırırlardı. 2018’deyiz ve tam 28 yıl sonra teknoparkları kuruyoruz. Ancak diş hekimliği açısından teknoparklarla irtibatımız hala yok. Çok az firma biliyorum bana soru soran yardım isteyen. O firmalarla bizlerin çalışması, iş yapması lazım. Ne sorunu varsa bana sorsun, ben ona araştırma yapayım. Bunu hem sanayiye üretime döndürelim hem de eğitimi geliştirelim. Bu noktada Sanayi Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın bizlerle oturması lazım ki ortak noktalar oluşturalım. Sanayicilerle birbirimizin ihtiyaçlarını konuşacak bir platform yaratmamız lazım.

Peki, Bülent Hocam’a soralım: Sanayiciyle akademisyen ne zaman bir araya gelir?

Doğrudan yanıtlamak gerekirse, bilim adamı bir fikrini hayata geçirebilmek için sanayici ile işbirliği yapar diyelim. Ülkemizde bu işbirliğinin oluşturmak için bir çok platform var. Özellikle son günlerde devlet tarafından, tasarım ve buluşlarla ilgili toplantı ve tanıtımlar düzenleniyor. Yeni buluşlara ve projelere teşvikler verilmek için ortam hazırlanıyor. Buna üniversitelerin ve teknokentlerin de katkılarını eklersek son yıllarda sanayici akademisyen birlikteliği için güvenilir ortamlar oluşturuldu diyebiliriz. Akademisyenin bu günkü finansal koşullarda, tek başına projelerini hayata geçirebilmesi çok kolay değil.

EK:  Burada devlet devreye girmeli. Sanayicinin bilim adamlarından yardım alabilmesi için teşvikler sunması gerekir. Bu teşvikler şu anda mevcut fakat organize bir şekilde yapılmıyor. Devletin, sanayicinin ve bilim adamının üçünün birden bu işe yatırım yapması gerekli. Bir organizasyon kurulu olursa bu iş üzerinde kalite artırılıp dünya standartları yakalanabilir.

ABK: Şu an yürüyen sistem şöyle; sizin bir projeniz varsa teknokente başvuruda bulunuyorsunuz. Jüri sizi değerlendiriyor ardından projeyi yazıp hazırlıyorsunuz. Projede gerekçesiyle, ekibiyle, maliyetiyle, pazarıyla ilgili detaylara yer veriyorsunuz. Eğer teknokent bilim jürisi sizi kabul ederse bu projeye bir süre veriliyor ve siz kuluçka merkezine alınıp projedeki ürününüzü üretme yoluna gidiyorsunuz. Üretip de ortaya çıkardıktan sonraki kısım çok önemli. Çünkü bu aşamadan sonra ülkeye bir katkı olacaksa projenin artık kendi ayakları üzerinde durması, fikrin üretime geçmesi ve kurumsallaşması gerekiyor. İşte bu aşamadan sonra devletin teşvik ve desteklerine ihtiyaç oluyor.

EK: Benim de çocuklarım var, ben de yiyeceğim ve yaşayacağım. Düşük maaşla yapamazsın bunu. Yani öğretim üyesine verilen düz maaşla bu işler olmaz. Diyorlar ki sen niye proje yazmıyorsun? Benim bir proje yazmam için 10-15 gün evde oturmam lazım. Yani bana zaman tanıması lazım. Halbuki benim vazifem ne? Sabah 8’de gel akşam 5’te git. Proje yapıyorsan memur gibi olmazsın ki! Belki gece saat 3’lere 4’lere kadar konsantre olup çalışman gerekebilir. Benim ancak finans kısıtlamam olmazsa bunları yapabilirim ama finans kısıtlamam varsa ben de gider hasta bakarım paramı kazanırım.

ABK: Burada bir ilave yapayım; aslında akademisyenlerin genel bir sorunundan bahsediyoruz. Akademisyenlerin finans sorunu.  Devlette olsun özelde olsun bilimsel olarak üretken olan, fikri ve projesi olan bir akademisyenin aklı, geçim derdinde olmamalı. Tatminkar bir geliri olmalı ve sadece projesine ve bilime odaklanmalı. Başarılı bilim adamı böyle olunur. Sizin geçim derdiniz varsa hangi ara ya da hangi konsantrasyonla proje yapacaksınız? Proje yazmak, bir bilimsel araştırma hazırlamak için saatlerce, günlerce bilgisayarın başında oturmak gerekiyor. Hele ki deneysel çalışma yapmak gece gündüz bununla meşgul olmak anlamına geliyor. Kitap yazmak gibi bir durum bu. Bir proje ortalama nereden baksan 150-200 sayfa. Hele ki çerisinde hesaplamalar varsa, bir projeyi yazmak, detaylandırmak, altyapısını oluşturmak, finansını belirlemek, ekibi detaylandırmak gerçekten çok zaman alan bir durum. Oturup mektup yazmaya benzemez. Buradan da şu sonuca varıyoruz; bilim adamını finansal olarak rahatlatmak, bilim adamının tüm zamanını buna ayırmasına yardımcı olur. Biz de toplum olarak daha iyi yerlere gelir, daha çok şey üretiriz.

EK: Konunun çok basit bir felsefesi var: Tekerleği yeniden keşfetmeyi denemeye gerek yok. İngiltere’de projenin yüzde yirmi beşini hoca alır. Ben bir milyon dolarlık bir proje yaparsam 200’ü bana gelirse ben o zaman ne hasta bakarım ne başka bir şey yaparım. Sabahtan akşama kadar projelere yönlenirim. Bu da bize üretim ve çeşitlilik olarak geri döner. Başarılı proje için zaman ve finansman şart. Finans kısmında da devletin payı büyük olmalı.

Diş hekimliğine yapılan projelerde ne noktadayız?

EK: Eskiden konuşmazdık bunları. Şu an konuşuyoruz, fakat hayata geçirmekte zorluk yaşıyoruz. Ümit ediyorum ki ilerleyen senelerde hızlanacağız. Önemli olan geç kalıp dünya standartlarının gerisinde kalmamak. Şu anda yapılan projeler var fakat yeterince hızlı değil.

ABK:
Bir de bence devlet bu işte çok hevesli, atağa kalkmış durumda ama sapla samanı ayırmakta zaman kaybediyor. Kaynak dağıtımındaki sorunlar nihai sona ulaşmada gecikmelere yol açıyor. Bazı kişiler projesi için destek alıyor fakat proje teoride kalıyor. Önemli olan projeyi yapıp üretime ve ürüne çevirmek, hem ülke hem şahıs adına bir getiri elde edebilmek. Sonuç olarak, önemli olan projenin hayata geçirilmesi.

Röportaj: Elif Taman (VYG)

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir