Eşsiz doğası, tarihi dokusu, balık restaurantları ile bir o kadar hayatın içerisinde, bir o kadar da dışında kalmayı başarabileceğiniz bir yerdir Cunda.
İsmi Piri Reisin Kitab-ı Bahriye sinde Yunt Adaları olarak geçmekte. O zamanlar başıboş gezen atı eşeği bol bir yermiş. Yunda Adası demişler. Eski belediye mühründeki Osmanlıca yazı yanlış okununca adı Cunda kalmış.
Rumlarda Moshonisia derlermiş. Bunu da iki nedende anlatırlar. Rivayete göre Moshos adında bir korsan ilk olarak buraya yerleşmiş, sonra da onun adıyla anılmış. İkinci nedense yaşamadan anlatılmaz, her bahar yöredeki kokulu bitkilerden öyle güzel kokular yayılır ki dağ taş mis gibi kokar. Zaten Moshosun kelime anlamı da mis kokulu dur.
Mübadele döneminde Rumlar adadan ayrılınca Giritten gelen Türkler yerleştirilmiş adaya. Onlar da hiçbir değişiklik yapmamışlar kent merkezinde. Sarımsak taşından yapılmış iki üç katlı evler, dar sokaklar ve evlerin olmazsa olmazı sardunyalıklar. Sonraki yıllarda çıkarılan koruma kanunu da kentsel dokunun korunmasında etkili olmuş.
Her adım sizi alıp yıllar öncesine götürüyor Arnavut kaldırımlarında gezerken. İlk dikkatinizi çeken taş evler olur, her köşe başını döndüğünüzde ise bir tarih. Kapı önlerinde oturup sohbet eden kadınları da unutmamak gerekir, Rumlardan kalma bir alışkanlık hala devam ediyor. Siz kapılara, alınlıklara, pencerelere ve kapı tokmaklarına dikkat edin. Çok ince işçilik örneklerini göreceksiniz.
Kent merkezindeki Taksiyarhis Kilisesi ve Despot Evi tarih ve resim meraklılarının uğrak yeri. Bu görkemli iki eser zamanın, insanın ve doğanın acımasızlığına meydan okurcasına hala ayakta. Birçok kilise ile manastırın yeri ise günümüzde bilinmemekte.
Adanın en güzel zamanları bence bahar ayları, ada mis gibi kokarken Çamlı Manastıra mutlaka gitmek gerekir. Eşsiz bir manzaraya sahip. Bir yanınız Edremit körfezine diğer yanınızsa Midilliye uzanır. Hemen önünüzdeki Pateriça, Maden Adası ve sessiz doğa
Pateriça yarım adası Cundanın arka tarafında kalır. İkinci köyden sonra 30 dk. Yürüyüşle gidilen Ayışığı Manastırı dik bir tepenin eteğinde kurulmuş. Mimarisi ve doğası ile essiz bir yer. Dönerken Bıyıklının Yerine uğrayıp dev boyutlu Pina midyelerinden yemeyi unutmayın. Kendileri dalıp çıkarıyorlar. İlginizi çekerse sizde dalıp çıkarabilirsiniz
Cundadan bahsedince rüzgârından bahsetmemek olmaz. Kış aylarında esen şiddetli poyraz adeta adanın sevgilisi gibi. Hep söylerler Cundanın Alisi, kedisi ve delisi meşhurdur diye. Üçüncüsüne bu şiddetli poyrazın bayağı katkısı olsa gerek.
Ayvalık ve Cunda tarihinin canlı tanığı Ali Onayı ziyaret etmeden dönmeyin. Kapısı her gelene açık dünyalar tatlısı bir insan. 1918 Girit doğumlu. 1924 yılındaki mübadeleyle Cundaya gelen bir ailenin çocuğu. Adeta yaşayan tarih, Ayvalık ve Cunda tarihiyle ilgilenen her araştırmacıya bilgi belge ve resim sunmuştur.
Aşkın ve sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir Ali Bey. Eşi meleklerin yanına gittiğinden beri yalnız. Giderseniz uğrayın, tarihi, yaşayan tanığından dinleyin. Ayrılırken sevginin bu kadar eşsiz bir tarifi olmasına sizde şaşıracaksınız.
Yazları daha şenliklidir. Gündüzleri küçük koyları misafirlerini kucaklar. Deniz yorgunluğunun atıldığı Taş kahve, ada meraklılarının uğrak yeri. Günün son ışıkları da denize düşmeye başladığında deniz kıyısındaki restaurantlarda uzun bol sohbetli akşam yemekleri yenir. Akşam yemeklerinin olmazsa olmazları, her yerde bulamayacağınız tadına doyum olmayan mezeler, rakı ve balıktır. Öğlen yerseniz “Papalina var mı?” diye sorun. Papalina, Cundanın özel balığı, eski salaş meyhanelerin vazgeçilmez mezesi, Rakının Cundadaki kardeşi. Şimdilerde her restaurantta bulmak mümkün olmuyor. Egenin diğer restaurantlarında olduğu gibi, balıkları dolaptan görerek seçin, fiyatlarını da önceden sorun. Müşteri sayısına göre pazarlık yapma imkânınızda var.
Denizi, Poyrazı, balık ve yosun kokan sokakları, Arnavut kaldırımları, evleri, kiliseleri ile tarih ve kültür kokuyor. Cundadan göçenlerin burayı niçin unutmadıklarını görünce daha iyi anlıyorsunuz.