Demir atlarımıza bindik. Çevirdik rotayı Priştina ya Çıktık yola. Kosova çok büyük bir ülke değil ve tam ortadan bir ana yol ülkeyi ikiye bölüyor diyebilirim. Ama ne yol !! Tek yönlü ve son derece dar, üstelik ne zaman nereden hangi araç çıkacak belli olmuyor. Bir de araçların sizi hiç görmediğini eklersek oldukça zor bir yol. Civardaki askeri araçların sıklığı dikkat çekici biraz da moral bozucu. Çok sıkı bir sürüş oldu
Etrafı kolla, araçları solla ve arkadaşını da kolla şeklinde. Açıkçası durmak istemedik, pek duracak uygun yerde yoktu aslında. Bu tempoda 3-4 saat aralıksız sürdük. Oldukça yorucu bir sürüştü açıkçası. Kalabalık bölgelerden çıkıp ıssız ovalardan dağlara geçmeye başladığımızda hava da yavaş yavaş akşamüzerine dönmeye başlamıştı. Sırbistan üzerinden Bosna Hersek e, oradan da Mostar yoluyla Dalmaçya ya inmeyi planlıyorduk. İşte o aşamada o kötü sürpriz rotamızı değiştirmemize sebep olacaktı. Hava iyice bulutlandı ve yağmurluklarımızı giydik. Kosova Sırbistan sınırını işgal eden dağ yollarından tırmanmaya başladık. Tam tepeye yakın koymuşlar sınır çıkış kapısını. İyice sağnağa dönüştü yağmur ve yüksek ağaçların kapattığı dağ yolunda siyah yağmur bulutlarının da etkisiyle gece gibi karanlık oldu hava. Fakat o da ne? Sınır kapısında kamyonlar kuyruk oluşturmuşlar Sağnak altında beklemeye tahammülümüz kalmamış bizim Yarı asfalt yarı çamur dar yolun soluna geçtik ve devam ettik Kamyonlar ses çıkartmadı Allahtan Kapıya yakın bir saçak altı gördük ve oraya doğru sürdük. Askerler gümrükçüler ters ters baktı bize doğru Batta biraz irkildiler, karanlıktan gelen bu ışık ve gürültü senfonisiyle Yavaşça park edip motosikletlerden indik ve kasklarımızı çıkarttık biraz da tedirgin Ve kapıya doğru ilerledik şaşkın bakışlar altında iki koca adam. Sıkı bir kontrol ve sorgulamadan sonra tekrar döndük motorlarımıza. Hafif homurdandı endurolar yarım gazla ve tepeye tırmanmaya devam edip bir süre öyle sürdük. Sonra yokuş aşağı oldu yol Yağmur bir kesilip bir yağıyor. Hala bir sınır kapısı yok Sırbistanın Ve karamsar bir his var içimde. Nihayet nöbetçi askerler göründü ve iki gümrük görevlisi durdurdu bizi. Tam motosikletlerimizden inmiştik ki go back dedi arkada kalan Bond filimlerinin kötü adam kılıklısı. Plakalarımızı gördü sanırım ve geçemezsiniz dedi. Pasaportları verirken sorduk; Nasıl yani? Sırplar dışında kimse geçemez çünkü biz Kosovayı ülke olarak tanımıyoruz.
Hava iyice kararmış ve puslu. Bu yorgunlukla ve bu saatte Kosova da nereye dönülür? Hafif tartışmaya dönüştü konu. Ama tartışacak bişey yok. Yol vermem diyor adam. Tekrar homurdandı endurolar. Gerisin geri düştük yola mecbur. Aynı dağ yolunu geçtik hışımla ve Kosova sınırına dayandık tekrar. Dur dedi BM görevlisi Romen polis. Verin pasaportları neden almadılar sizi? Anlattık durumu; Niye verelim ki pasaportları az önce geçtik kontrolden diğer yöne bakmaya başladı şüpheyle ve bekleyin deyip az ilerideki kulübeye yöneldi. Ne yani rehin mi kalıcaz iki ülke arasında der gibi baktık Aykutla birbirimize. Önceki geçişimizde kontrol noktasında olan ve çat pat Türkçe konuşan Kosovalı gümrük görevlisi seslendi uzaktan ve geçin diye el etti hızlı hızlı Romen dönmeden. Tekrar homurdandı hatta gürledi zaten kontağı açık endurolar ve sulusepken karanlığın içine atladılar. İlk defa rotası olmayan bir yola doğru yol alıyorduk. Derin bir nefes aldım ve yağmurun toprakla harmanladığı o eşsiz kokuyu çektim içime Ve dönmeye başladım ıslak virajlardan yavaşça