Radyocu Hocalar

İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Meriç,  Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Serdar Çintan ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Badur. Önemli akademik ve idari görevlerde bulunmaları, yoğun tempoda çalışmaları ve sıkı dostlukları en önemli ortak özellikleri. Bu üçlünün bir diğer ve belki de en dikkat çeken ortak yanı ise radyo programcılığı yapmaları.
Radyocu Hocalar Radyocu Hocalar
Radyocu Hocalar

Radyocu hocalar “Önce Sağlık” diyor


 


İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Meriç,  Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Serdar Çintan ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Badur. Önemli akademik ve idari görevlerde bulunmaları, yoğun tempoda çalışmaları ve sıkı dostlukları en önemli ortak özellikleri. Bu üçlünün bir diğer ve belki de en dikkat çeken ortak yanı ise radyo programcılığı yapmaları. Evet yanlış duymadınız. 94.9 frekansındaki Açık Radyo’da, Cuma günleri 13.00-14.00 saatleri arasında canlı olarak yayınlanan “Önce Sağlık” programını sunuyorlar. Hem de 1998 yılından bu yana büyük bir keyifle yapıyorlar.  Bu muhteşem üçlü ile radyoculuğa nasıl başladıklarını, sundukları programın içeriğini, unutamadıkları anılarını konuştuk. Hocaların anlattıkları bizleri hem güldürdü hem hüzünlendirdi, bazen de düşündürdü. Sizler de bu samimi ve sıcacık sohbete Cuma günleri katılabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, radyonuzun frekansını 13.00-14.00 saatleri arasında 94.9 Açık Radyo’ya ayarlamak.


 


Hasan Bey, radyo programcılığına ilk olarak sizin başladığınızı öğrendik. Bunun hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?


 


Hasan Meriç: Yaklaşık 13 yıl önce Türkiye’de ağız ve diş sağlığının önemini vurgulayabilmek için bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Çünkü akademik bir unvanım vardı ve bu da bana büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Düşüncelerimi somutlaştırmak amacıyla 52 programlık televizyon dizisi gibi beşer dakikadan oluşan küçük projeler hazırladım. Televizyonları dolaşarak bunu anlatmaya çalıştım. Kimisi sponsor bulmam gerektiğini, kimisi de “bakarız” diyerek oyalama yolunu seçti. O tarihlerde Açık Radyo yeni yeni yayın faaliyetlerine başlamıştı. Bir gün radyonun sahiplerinden olan ve genel yayın yönetmenliğini yapan Ömer Marda muayenehaneme gelmişti. Radyoda dinlediğim o sesin sahibiyle karşılaşmak beni son derece heyecanlandırmıştı. Tanıştık ve sohbet etmeye başladık. Sohbet sırasında hazırladığım projemi anlattım. Çok ilgisini çekti ve bunu radyoda yapmayı teklif etti. Böyle hızlı gelişmesi beni şaşırtmıştı. Açık Radyo’nun üçüncü yayın dönemimde Çarşamba günleri ‘Dişinize Göre’ isminde yarım saatlik canlı bir program yapmaya başladım. Bunun yanında her gün 12.00-12.05 arasında beşer dakikalık spotlar halinde diş sağlığıyla ilgili bilgiler verdim. Çok da etkisinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü Açık Radyo’nun 12.00-13.00 kuşağı çok güzel müziklerin yayınlandığı bir dilimdir. Hatta yanılmıyorsam Mimar Sinan Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre radyoda en sevilmeyen kişi olarak ben çıkmıştım. Çünkü en güzel parçaların çaldığı bir anda benim gibi boğuk sesli bir adamın birden bire araya girerek beş dakika boyunca diş sağlığıyla ilgili bir şeyler anlatması doğal olarak bir parça garipsenecek bir durumdu. Ancak şunu da eklemek gerekir ki benden hoşlanmayan öğrencilerin yaklaşık yüzde 80’ni diş fırçası taşımaya başlamıştı. Sesim beğenilmese bile vermek istediğim mesajın alındığını söylemek istiyorum. Daha sonra sevgili dostum Serdar Çintan program konuğum oldu. Hatta bu durum birkaç programda da devam etti. Programı beraber yapmaya karar verdik. Çünkü tek başına çok güç oluyordu. 1998 yılında aramıza Prof. Dr. Selim Badur’u aldık. Programın adı değişerek ‘Önce Sağlık’ adını aldı ve Cuma günleri yayınlanmaya başladı. İstanbul Tabip Odası’nın radyolarda yayınlanan en iyi sağlık programı ödülünü kazandık. O gün bugündür de bu programı büyük bir keyifle, aksatmadan yapıyoruz. Çoğunlukla üçümüz de canlı yayında yer almaya çalışıyoruz. Sonuçta üçümüz de akademiyseniz, yoğun tempoda çalışıyoruz. Ayrıca ben 2005 yılından beri de İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanlığı’nı yapıyorum. Hatta Sayın Rektörümüz’e “Tamam dekan olurum ama radyoculuğu bırakmam” demiştim. Kendisi de gülmüştü ama bana destek de vermişti. Hobi olarak başladığımız radyo programcılığı şu anda büyük tutkularımızdan biri haline geldi. Sağlığımız elverdiğince de devam edeceğine inanıyorum.


 


Sayın Çintan, biraz programınızın içeriğinden söz edebilir misiniz? 


 


Radyocu HocalarSerdar Çintan: Hasan Hocamın anlattığı gibi programın adı ilk yıllarda ‘Dişinize Göre’ydi. Sadece ağız-diş sağlığına yönelikti ve dişhekimliğinin bütün branşlarından konuklarımız oluyordu. Selim Badur’un da aramıza katılmasından sonra sadece dişhekimliğiyle sınırlı kalmayarak genel sağlıkla ilgili konuların işleneceği bir program yapmayı kararlaştırdık. İlk yıl genel sağlıkla, gündemdeki hastalıklarla ilgili bir içerik hazırladık. Programın iyice oturmasından sonra bunu genel sağlık sektörünün içine yaymayı benimsedik. Hatta cıngılımızda “Sağlıkta neler oluyor” cümlesini kullanarak bunu vurgulamaya çalıştık. Hekimler, ilaç firmaları, endüstri, sivil toplum örgütleri  (tabibler odası, eczacılar odası, dişhekimleri odaları), hastalar ve hasta yakınlarının oluşturduğu konuklarımızı davet ettik. Programın canlı yayınlanması dinleyicilerden çeşitli sorular almamızı sağlıyor. Böylece daha dinamik bir yayın gerçekleşiyor. 13.00-14.00 yayın kuşağındayız. Aktif olarak 13.03’te yayına giriyoruz ve 13.55’te bitiriyoruz. Bu arada yayın sırasında üç adet parça çalabiliyoruz. Genellikle bizim seçtiklerimizden oluşuyor. Dünyanın her coğrafyasından müziklere yer veriyoruz. 13-14 dakikada bir bunları dinletiyoruz. Son parçayı genellikle programın bitişiyle birlikte veriyoruz. Bunlardan dolayı da büyük övgü aldığımızı da belirmek istiyorum.  


 


H M: Açık Radyo’nun bir sloganı var: “Kâinatın tüm seslerine ve titreşimlerine açık radyo”. Biz de bu paralelde hareket ediyoruz. Gerek ben, gerekse Serdar ve Selim olsun yurt dışına gittiğimizde mutlaka birkaç saatimizi müzik dükkânlarında geçiriyoruz.Bundan büyük keyif alıyoruz.Az önce Serdar’ın değindiği gibi programlarımızda işin sosyal boyutuna önem veriyoruz. Örnek vermek gerekirse F tipi cezaevlerini tartıştık. AIDS’li bir hastanın sosyal açıdan neler çektiğinin üzerinde durduk. Sigaranın sağlık açısından zararlarından ziyade, üretici firmaların sigara satabilmek için hangi yollara başvurduğunu anlatmaya çalıştık.


 


S Ç: HİVvirüsünün aşısı bulunmak üzereyken eldeki ilaçların piyasaya sürülmesi ve dev ilaç firmalarının para kazanabilmeleri için aşının neden ortaya çıkarılmadığına ilişkin yorumları dinledik. Çevre, aile içi ilişkiler, şiddet, hayat kadınlarının sorunları gibi hiç girilmeyen ve biraz can acıtıcı konulara parmak bastık. Bunları yapmak gerçekten bizler için büyük bir gurur kaynağı oldu. Çünkü bunun gerekli bir hizmet olduğuna inanıyoruz. Programlar sırasında eğlendiğimiz zamanlar da oldu. Her yılın sonundaki ve yeni yılın ilk programına konuk almıyoruz. Söz konusu yıl içinde sağlık sektörüyle ilgili medyada yayınlanan komik ve ilginç haberleri okuyarak hem eğleniyor hem de dinleyicilerimizi eğlendiriyoruz. 


 


Konular ve konuklarınızı nasıl belirliyorsunuz?


 


S Ç: Bir program çizelgemiz var. O dönem hangi konukları getirebileceğimize dair bir plan hazırlıyoruz. Kendilerine ulaşarak uygun olan tarihleri belirliyoruz.  Böylelikle 4-5’er haftalık programlar belli oluyor. Çok büyük aksilikler olmazsa konuklarımız geliyorlar. Bazen konuğumuz gelemeyeceğini bildiriyor. Bu durumda da diğer konuğu öne çekiyoruz.


 


H M: Bazen öyle olaylar oluyor ki gündemde önemli şekilde yer alıyor. Örneğin kuş gribi gibi. Gündemi yakalamak adına daha önceden belirlenmiş konu ve konuğunu değiştirerek gündemdekini öne çıkarıyoruz. O konuyla ilgili uzmanları davet ediyoruz. 1 Aralık Dünya AIDS Günü’dür. O tarihe en yakın ilk programımızda mutlaka AIDS’i işliyoruz. Bilim dünyasındaki buluşlar, ödüller, skandalları rahatlıkla tartışıyoruz.


 


“Önce Sağlık” programında genel sağlık konularını konuşuyorsunuz. Özellikle uzmanlık gerektiren bir konuyu işleyecekseniz nasıl hareket ediyorsunuz?


 


Serdar Çintan: Tabii ki böyle durumlarda bizler de hazırlık yapıyoruz. Konuğumuza neler anlatacağını ve hangi konu başlıklarını öne çıkarmak istediğini önceden soruyoruz. E-mail ortamında bu çok rahat gerçekleşiyor. Bize neler konuşacağımızı özet olarak gönderiyor. Bizler de bir araya gelerek bu özet üzerinden çalışıyoruz. En aktif çalıştığımız zaman dilimimiz ise çoğunlukla program günleri 12.15-12.50 arasıdır. Zaten katı kurallarımız yok. Program daha çok dinleyiciler ile bizler arasında sohbet havasında geçiyor.


 


Sonuçta Açık Radyo gibi kaliteli bir dinletici kitlesine sahip bir radyoda canlı yayınlanan bir program yapıyorsunuz. Durum böyle olunca da ister istemez ilginç, komik anılarınız oluyordur. Bunları bizimle paylaşabilir misiniz?


 


S Ç: Unutulmaz bir anımızı anlatmak istiyorum. Biz programa başlarken cıngılımız çalar arkasından sırasıyla Hasan Meriç, Serdar Çintan ve Selim Badur olarak isimlerimizi söyleriz. Hemen arkasından da Hasan Hocam konuğumuzu tanıtır, sunuşunu yapar ve programa başlarız. 1998 yılıydı, üçlü olarak ilk programımızı yapıyoruz. Cıngıl çaldıktan sonra Hasan Meriç “İyi günler Açık Radyo dinleyicileri ben Hasan Meriç” dedi, arkasından da ben “Ben Serdar Meriç” dedim. Adeta dakika bir gol bir oldu. Hocam bana “İstersen nüfus cüzdanını ver de beni baba olarak kabul et” şeklinde espri yaptı. Çok gülüştük. İşin ilginç tarafı o yayında Hasan Meriç ile Selim Badur’un neredeyse uzaktan akraba olduğu ortaya çıktı. Ama müthiş bir espri konusu oldu. Yıllar geçmesine rağmen dün olmuş gibi hatırlıyoruz.


 


H M: Canlı yayın güzel ve heyecanlı bir ortam. Belki de bizleri bağlayan şey de burada gizli. Yıllar önce grip konusunu işliyorduk. Bir akademisyen gelecekti. Son anda bir mazeret göstererek bizi arkadaşını yönlendirdi. Neyse programa başladık. Ben giriş konuşmasını yaparak sorumu sordum. Ancak konuk sorulara sadece “Evet, hayır” gibi tek kelimeden oluşan cevaplar veriyordu. Biz bir anda şaşkına dönmüştük. Allah’tan her üçümüzün de konuyla ilgili bilgi birikimi ve deneyimi yüksek olduğundan programı başarıyla tamamlamıştık. Program konuklarımız içinde hiç susmayanlar da olabiliyor. Bir başlıyor hiç ara vermeden konuyu anlatıyor, bizler sadece dinliyoruz. Bunu canlı yayının azizliğine bağlıyorum. Hiç unutmuyorum, Ramazan ayındaki bir programımızda müzik arasında konuğumuz su istemişti. Yayının sonunda bize, heyecandan ötürü oruçlu olduğunu unutarak suyu içtiğini söylemişti.


 


S Ç: Hoş anılarımızın yanı sıra duygulandığımız yayınlar da gerçekleştirdik. Sanırım 2002 yılıydı.AIDS Haftası’na denk gelen programımızda HİV pozitif bir hastayı konuk etmiştik. Kendisi virüsü nasıl aldığını, hayatının nasıl değiştiğini, içinde bulunduğu durumu öyle içtenlikle anlattı ki açıkçası hepimiz çok duygusal anlar yaşamıştık. Utkumuz tutuldu diyebilirim, unutulmaz bir program olmuştu.


 


Önümüzdeki dönemde programla ilgili yeni plan ve projeleriniz olacak mı?


 


S Ç: Program aynı formatta devam edecek. Bizler her yılın sonunda Açık Radyo yönetimine programla ilgili olarak “Artık bırakalım mı bu işi” diye sorduk. Radyo yönetimi de “Önce Sağlık”ın dinleyici kitlesinin oluştuğunu, bu yüzden de devam etmemiz gerektiğini dile getirdi. Bizler bu işi büyük bir zevkle yapıyoruz. Büyük bir aksilik yaşanmazsa program devam edecektir diye düşünüyorum. Çünkü meslek hayatımızın dışında radyoculuk uğraşımız yaşamımıza renk katıyor. Umuyorum herkesin hayatında böyle renkler olur.                


 


 


 


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Badur:


 


Radyocu HocalarBöyle bir ekip ve ortamın içinde bulunmaktan ötürü gurur duyuyorum


 


Hasan Meriç, Serdar Çintan ve Selim Badur olarak geniş bir çevreye sahip olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla farklı branşlarda çok sayıda arkadaşımız var. Üçümüz de dünyada olup bitenleri yakından izlemeye çalışan kişileriz. Bunun sonucunda diğer olaylar gibi, sağlık alanındaki son gelişmeleri de yakından takip edebiliyoruz. Örneğin kendi konularımızdan olmasa da: Alzheimer, Parkinson gibi bizlerin uzmanlık alanlarımızın tamamen dışındaki hastalıklarla ilgili bilinmesi gerekenleri tıp dergilerinden izlemeye çalışıyoruz. Ve sonrasında, eğer bu alanlarda ilginç bazı gelişmeler oluyor ise bu konularda uzmanlaşmış tanıdığımız kişileri Önce Sağlık programına davet ediyoruz. Özellikle son programlarımızda belirli hastalıkların uzmanlarını çağırıp hastalıklarla ilgili konuşmak yerine, bunun paramedikal ve sosyal boyutunu irdelemeye başladık. Örneğin işkence, etik, intihal (ülkemizde üniversite çevresinde ziyadesiyle olan bir gerçek), çeşitli ilaç firmalarından ya da ilaç fiyatlarında olup bitenler, sağlık politikaları gibi konuları gündemimize aldık.


 


Önce Sağlık’ın bu formatıyla devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü program her dönem kendi içinde yenileniyor. Dolayısıyla monotonlaşma gibi bir tehlike söz konusu değil. Çünkü radyoda sağlık programı hazırlayıp sunmak pek kolay bir iş değil. Dinleyicinin ilgisini hemen çekmez iseniz, arabasını kullanırken radyo kanalını anında değiştirebilir. Bunun için radyo programlarının insanların ilgisini canlı tutacak bir tempoda olması gerekiyor. Elbette bizler o haftaki programda konuşulacak konuya hazırlanıyoruz. Ama bir noktadan sonra işin içine doğaçlama giriyor. Bu da programı sıkıcılıktan kurtarıyor. Programı hazırlayan her üçümüzün ve Açık Radyo’nun dünya görüşü birbirine paralellik gösteriyor. Dolayısıyla son derece güzel bir ilişkimiz söz konusu. Böyle bir ekip ve ortamın içinde bulunmaktan ötürü gurur duyuyorum.

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir