Sümela Manastırı

Bu kez sizleri doğa ve tarihle buluşturuyoruz. Türkiye’nin önemli tarihi eserleri arasında yer alan Sümela Manastırı, (halk arasındaki adıyla Meryem Ana) konumu ve bulunduğu yer itibariyle insana pek çok duyguyu bir arada yaşama şansı veriyor. Bir taraftan tarihin derinliklerinde dolaşırken diğer yandan da doğayla başbaşa kalmanın zevkine varabiliyorsunuz.  Burayı ziyarete gelenlere, Karadağ’ın yükseğinde, sisler içindeki bir kale gibi görünür Sümela Manastırı.
Sümela Manastırı Sümela Manastırı
Sümela Manastırı

Kralların taç giydiği manastır…


 


Bu kez sizleri doğa ve tarihle buluşturuyoruz. Türkiye’nin önemli tarihi eserleri arasında yer alan Sümela Manastırı, (halk arasındaki adıyla Meryem Ana) konumu ve bulunduğu yer itibariyle insana pek çok duyguyu bir arada yaşama şansı veriyor. Bir taraftan tarihin derinliklerinde dolaşırken diğer yandan da doğayla başbaşa kalmanın zevkine varabiliyorsunuz.  Burayı ziyarete gelenlere, Karadağ’ın yükseğinde, sisler içindeki bir kale gibi görünür Sümela Manastırı.


 


Sumela Manastırı’nın ünü, Trabzon’a 30 kilometre uzaklıktaki Maçka’nın adının ötesine geçmiştir. Oysa, Maçka yalnızca Doğu Karadeniz’in değil, Türkiye’nin yeşil nazarlıklarından biridir. Doğa öylesine cömert davranmıştır ki Maçka’ya, yollarda sisin içine daldığınızda, “Kim bilir ne güzellikler vardı geçtiğim şu yollarda da ben göremedim…” diye hayıflanırsınız. Ama sise kızmayın ne olur, o ormanların ve yaylaların arkadaşıdır.


Dumanlı dağlar


 


Çömlekçi’den Zigana Dağı girişine kadar giden yol Trabzon’un en güzel yollarından biridir, burası aynı zamanda Gümüşhane’ye giden yoldur. Köy otobüsleri bu sürekli yükselen yolu zorlana zorlana tırmanır; yemyeşil dağlar kimi zaman sağınıza, kimi zaman solunuza düşer, ya da birden karşınıza çıkıverir, sonra ardınızda kalır. 1993’teki heyelandan sonra yatağı iyice bozulmuş dereler bile güzel görünür gözünüze. Karadenizli sise, ‘duman’ der, ‘duman aldı dağları’ türküsü tam da buralar için yazılmışa benzer. Yılın büyük bölümünde dağların başından sis eksik olmaz. Bahçelerine odun yığılı evler, küçük camiler geçilir yol boyunca. Asıl güzellik yoldan yukarılara doğru ayrılan dağ yollarındadır. Paparza, Kıranoba yaylalarına bu yollardan gidilir.


 


Tonyalı silahıyla, Oflu kurnazlığıyla, Sürmeneli bıçağıyla, Maçkalı delidoluluğuyla tanınır. Hepsinin ortak özelliği ise tüm sıkıntılara rağmen neşelerini korumalarıdır. Her tür zaaf, tik, taşkın hareketler gülme nedenidir Karadenizli için. Daha önce Karadeniz ağzını duymamış bir yabancı söylenenlerden tek kelime anlamasa da bu doğal neşeden pay almak için katılır eğlenceye. Dağlara sırtını vermiş Maçka, gelip geçilecek yer değildir. Bir şeyler öğrenmek için Maçkalıyla yaşamalı, deresinden kırmızı benekli alabalık tutmalı, onu köy tereyağında pişirip yemeli, sonra da Maçka’nın içinden ayrılan yolla manastırın yolunu tutmalı.


Milli Park sınırına girdiğinizde, Altındere’yi coşkun akarken görürsünüz. Üzerine yer yer tahta köprüler kurulmuştur, piknik alanı olarak düzenlenmiş yerler iki yanındadır. Manastıra iki yol çıkıyor, biri çok eskiden beri kullanılan patika yol (katır yolu); diğeri belli bir mesafeye kadar çıkan, Altındere’nın gürül gürül çağlayanlar oluşturarak eşlik ettiği araba yolu. Bu yolu tercih edenler arabayla tırmanıştan sonra kısa bir yürüyüşle manastıra çıkabilir. Bu mevsimde araba yolu daha uygun düşer, ama güneşli bir havaya denk gelirseniz patika yolu kullanın, tadına vara vara dağa tırmanın. Yosun tutmuş dallar, kökler, toprağın koyu kahverengi rengi, soluklanmak için durduğunuzda yanı başınızda beliren yemyeşil bir uçurum, aşağıdaki ormanları ayaklar altına seren bir manzara, kale görünümüyle bir görünüp bir kaybolan gittikçe daha da yaklaştığınız manastır.


 


Karadeniz’in bu en ünlü manastırı 4. yüzyılda denizden 1300 metre yükseklikteki bir dağ gövdesinin içerisine Hıristiyanlığın ilk günlerinde gizli bir tapınak olarak yapılmış. Zamanla 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı, odalarını İsa’nın, Meryem’in, Havarilerin fresklerinin süslediği, Komnenos krallarının taç giydiği bir manastır halini alır. Önemli din adamlarının ziyaretleriyle bazen çok ünlü bir dinî merkezi olur, bazen de sürgün ve hapis yeri… Manastıra hediye edilen altın şamdanların, ceylan derili İncillerin, elyazması kitapların, İsa’nın çarmıhından bir parça taşıdığı öne sürülen haçın akıbeti de manastırın kuruluşunu anlatan efsanelere karışır. Bu değerli hediyelerin bir bölümü Ankara’ya, Atina’daki Bizans Müzesi’ne gider, çoğu kayıplara karışır.


 


Sümela’nın anlamı


 


Gelelim Sumela’nın anlamına… Melas kökünden gelen bu sözcük Yunanca siyah, karanlık demek. Semavi Eyice de manastırda bulunan (şimdi Yunanistan’da) ‘Siyah Meryem’ ikonası yüzünden manastırın bu adla anıldığını söylüyor. Dağın adı da buna izafeten Oros Melas’tır, (Karadağ). Yağmalanan ve yakılan manastırın bugün görülen freskleri 1740 yılında yapılan restorasyonun eseridir. Kültür Bakanlığı’nın restorasyonu ise on yılı aşkın süredir devam etmekte.


 


Manastırı gezdikten sonra, arka bahçesindeki ayazmanın kenarında oturun. Pek çok Hıristiyan ve Müslüman’ın şifa bulmak için geldiği yerdi bu ayazma. Dinlerin kaynaştığı, unutuşa baş kaldıranların gezindiği yerdir.


 


Maçka’da yeşilin kaç tonu vardır kim bilir? Çayırda başka, eğreltiotunda başka, mısır yaprağında başka, çam ağaçlarında bambaşka…


 

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir