Çok uzun süreler Kaz Dağlarının eteklerinde dolanmış durmuştum. Edremit Körfezinin bulunduğu etekleri, Zeytinli, Güre, Altınoluk ve Yeşilyurt köyüne kadar uzanan bölgeleri gezip durmuştum. Gerçek Kaz Dağları dokusunu tadıp koklamamıştım. Kaz Dağlarına öyle elini kolunu sallayarak girilmediğini biliyordum. Bazı izinler alınması gerekiyordu. Ben hiçbir zaman günübirlik girip çıkmak istemedim. Bunun için bile Kaz dağlarına giriş kapılarından yerel rehber alarak giriyorsunuz. Kaz Dağlarına girmişken en 3-4 gün kalıp florasını, hayvanlarını, eko sistemini ve son nesil türlerini gözlemlemek istiyordum. Kaz Dağları tarihin her döneminde çeşitli efsaneler saklamış koynunda, eski Yunandan anlatıla gelmiş bugünlere. . O kadar çok anlatı var ki, hepsini merak edip araştırıp okumuştum. Kaz Dağlarının gerçek dokusuna artık nüfuz etme zamanı gelmişti.
İzmirden İzdoff (İzmir Doğa sporları ve offroad kulübü) olarak üç araç yola çıkarak Kaz Dağlarında kamplı 3-4 gece konaklama planlarını yapmıştık. Edremitte yaşayan bir arkadaşım Kaz Dağlarına girebilmemiz için bir rehber ayarlaması ve gerekli izinleri almamıza yardımcı olmuştu. Her şey hazırdı ve biz de yola koyulduk.
İzmirden yola çıktığımızda akşamüstü saatleri idi. İlk gece Kaz Dağları eteklerinde Mehmetalanda kamp yapmayı planlamıştık. Mehmetalan Güreden Zeytinli köyü yönüne saparak ve köye geldikten sonra 5-6km lik toprak yolla ulaşabildiğiniz tamamen orman içinde saklı kalmış bir kamping bölgesi. Daha önceden rezervasyon yaptırmamışsanız yer bulmanız oldukça zor.
Edremitte arkadaşımla buluştuktan sonra buraya doğru yol alıyoruz. Güzel bir mekan akşam saatleri olduğu için sadece akan derenin sesini ve ortada yanan büyük bir ateşi gözlemleyebiliyorum. Çadırlar kurulduktan sonra ateş başı sohbetleri diğer kamp sakinlerinin katılmasıyla da şenleniyor. Gece geç saatlere kadar sohbetler devam ediyor.
Sabah saatlerinde hava biraz serin meditasyon ve yoga için uygun bir ortam var. Bir kaç arkadaşımın da bana katılmasıyla bu doğa güzelliğinin içinde eriyip gidiyoruz. Güne güzel başladık, yöre koşullarına uygun bol enerjili kahvaltı sonrasında toparlanıp rehberimizle buluşma noktası olan Avcılar köyüne doğru hareket ediyoruz. Sabah saat 10. 00 ekip heyecanlı, rehberi Edremitte ki arkadaşım getiriyor. Buluşma ve hareket. Avcılar köyü giriş noktasına daha önceden araç plakalarımız bildirildiği için sorun olmadan içeri giriyoruz. Bundan sonrası yılların tecrübesi olan rehberimiz İbrahime ait.
Kaz Dağları Milli Parkı, Kaz Dağı kütlesinin esas olarak Balıkesir ili sınırları içinde kalan güney yüzü, Zeytinli Çayından Altınoluk beldesinin batısına kadar olan bölümü ile bu bölümün doruklara kadar olan yükseklikleri, 17. 04. 1993 tarihinde Milli Park kabul edilerek, koruma altına alınmıştır.
Balıkesir ili, Edremit ilçesi sınırlarında, Edremit Körfezinin kuzeyinde bulunan Kaz Dağı, Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesini birbirinden ayıran, antik çağlarda “İda Dağı” olarak anılan Kaz Dağı, Biga yarımadasının en yüksek kütlesidir. (1774m)
Kaz Dağı tarih öncesi yıllarda da çeşitli medeniyetleri barındırmış muhtelif tarihlerde kentler, kasabalar kurulmuş ve yıkılmıştır. Bilinen tarihi MÖ 2000 yıllarında başlar. Bu tarihlerde Thebe şehri, Lyrnessos şehri, Khrysa şehri, Killa şehri, Anderia şehri, Antandros şehri, Adramytteion şehri, Astrya şehri, Gargara şehri gibi yerleşim birimleri kurulmuş bunlardan bir çoğu da Truva savaşları sırasında yok edilmişlerdir.
İzmirden İzdoff (İzmir Doğa sporları ve offroad kulübü) olarak üç araç yola çıkarak Kaz Dağlarında kamplı 3-4 gece konaklama planlarını yapmıştık. Edremitte yaşayan bir arkadaşım Kaz Dağlarına girebilmemiz için bir rehber ayarlaması ve gerekli izinleri almamıza yardımcı olmuştu. Her şey hazırdı ve biz de yola koyulduk.
İzmirden yola çıktığımızda akşamüstü saatleri idi. İlk gece Kaz Dağları eteklerinde Mehmetalanda kamp yapmayı planlamıştık. Mehmetalan Güreden Zeytinli köyü yönüne saparak ve köye geldikten sonra 5-6km lik toprak yolla ulaşabildiğiniz tamamen orman içinde saklı kalmış bir kamping bölgesi. Daha önceden rezervasyon yaptırmamışsanız yer bulmanız oldukça zor.
Edremitte arkadaşımla buluştuktan sonra buraya doğru yol alıyoruz. Güzel bir mekan akşam saatleri olduğu için sadece akan derenin sesini ve ortada yanan büyük bir ateşi gözlemleyebiliyorum. Çadırlar kurulduktan sonra ateş başı sohbetleri diğer kamp sakinlerinin katılmasıyla da şenleniyor. Gece geç saatlere kadar sohbetler devam ediyor.
Sabah saatlerinde hava biraz serin meditasyon ve yoga için uygun bir ortam var. Bir kaç arkadaşımın da bana katılmasıyla bu doğa güzelliğinin içinde eriyip gidiyoruz. Güne güzel başladık, yöre koşullarına uygun bol enerjili kahvaltı sonrasında toparlanıp rehberimizle buluşma noktası olan Avcılar köyüne doğru hareket ediyoruz. Sabah saat 10. 00 ekip heyecanlı, rehberi Edremitte ki arkadaşım getiriyor. Buluşma ve hareket. Avcılar köyü giriş noktasına daha önceden araç plakalarımız bildirildiği için sorun olmadan içeri giriyoruz. Bundan sonrası yılların tecrübesi olan rehberimiz İbrahime ait.
Kaz Dağları Milli Parkı, Kaz Dağı kütlesinin esas olarak Balıkesir ili sınırları içinde kalan güney yüzü, Zeytinli Çayından Altınoluk beldesinin batısına kadar olan bölümü ile bu bölümün doruklara kadar olan yükseklikleri, 17. 04. 1993 tarihinde Milli Park kabul edilerek, koruma altına alınmıştır.
Balıkesir ili, Edremit ilçesi sınırlarında, Edremit Körfezinin kuzeyinde bulunan Kaz Dağı, Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesini birbirinden ayıran, antik çağlarda “İda Dağı” olarak anılan Kaz Dağı, Biga yarımadasının en yüksek kütlesidir. (1774m)
Kaz Dağı tarih öncesi yıllarda da çeşitli medeniyetleri barındırmış muhtelif tarihlerde kentler, kasabalar kurulmuş ve yıkılmıştır. Bilinen tarihi MÖ 2000 yıllarında başlar. Bu tarihlerde Thebe şehri, Lyrnessos şehri, Khrysa şehri, Killa şehri, Anderia şehri, Antandros şehri, Adramytteion şehri, Astrya şehri, Gargara şehri gibi yerleşim birimleri kurulmuş bunlardan bir çoğu da Truva savaşları sırasında yok edilmişlerdir.
Homeros İlyadasında İda Dağı ( Kaz Dağı ) için Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası diye bahsetmektedir. Kazdağını n her yerinden kaynaklar çıkmaktadır. 1500m rakımda dahi yaz kış suyu olan kaynaklar mevcuttur. Edremit, Akçay ve Altınolukun buz gibi soğuk ve bol içme ve kullanma suyu Kazdağının eriyen kar sularıdır. Kazdağlarından gelen orman havası ile denizin iyotlu ve oksijen miktarı yüksek havası birleşince Altınoluk Şahinderesi boğazı civarı oksijen çadırı şeklinde ifade edilmektedir. Kaz Dağları oksijen bolluğu yönünden dünyanın ilk üç yerinden biri olduğunu biliyor muydunuz?
İda Dağı (Kaz Dağı), dünyada mitoloji ve efsaneler dağı olarak bilmektedir. Kazdağların da ki üç efsaneden biri Yunan efsanesi (İlyada) diğerleri Sarıkız ve Hasan ile Eminenin aşk öyküler olan iki Türk efsanesidir. Yunan Mitolojisinde Paris’in Altın Elmayı Afrodit’e vermesi sonucu, dünyada ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir. Bilindiği gibi, bu güzellik yarışması getirdiği sonuçları itibarıyla, tarihte meşhur Troia savaşlarının çıkmasına neden olmuştur. Rehberin anlatımları eşliğinde Kazdağları milli parkı içinde yol almaya devam ediyoruz. Çevremiz tamamen Karaçam ve Kestane ağaçları ile çevrilmiş durumda. Mevsimin sonbahar olması yolun ağaç yaprakları ile kaplanmasına, muhteşem bir kızıllık ve sarılık ile Kaz Dağlarının büyülü yapısına uygun güzellikler sunmaktaydılar. İlerledikçe daha da muhteşem bir görüntü bizleri karşılamaktaydı. Yükselen dağ zirveleri arasından geçen yollar, karlı kaplı zirveler ve her yol sapağında sanki ağaçların aniden görünümleri değişip Göknar, Kayın, Meşe oluveriyorlardı. Bu güzellikler bizleri daha ne kadar misafir etmeye devam edecekti. Bir çok korumaya rağmen gene de tahrip olmaya devam ediyordu. Rehber İbrahim buraya aşık biri, anlatımlarında bunu anlayabiliyorum. 25 yıldır bu bölgede rehberlik yapıyormuş. Nerdeyse hiçbir şeye dokundurtmuyor bizi ve her seferinde çok dikkatli olmamızı istiyor bizden. Kendisinin belirlemiş olduğu parkur üzerinden yol alıyoruz. Bize kalsa, zaten o kadar çok sapak var ki kaybolmamamız içten bile değil. Hava güneşli fakat serin, aldığımız yolun keyfi bunların hepini unutturtmuştu bizlere. Doğanın renkleri tarif edilemez güzellikte, ancak bunları fotoğraf karelerinde paylaşabileceğim sizlerle. Kaz dağlarına deniz seviyesinden baktığımda yükselen dağ silsilesi ve ormanla kaplı bir alan görürdüm. Şimdi ise bütün tariflerim altüst olmuş Kaz dağlarının içlerine iyice nüfus etmiştik. Deniz görünmez olmuştu. Ama inanılmaz bir eko sistem içinde yüzüyor ve kayboluyorduk. Ama bununla birlikte rehber İbrahim bazı üzücü olaylardan bahsediyor; Çanakkale Çan Akışkan Yataklı Termik (Kömürlü) Santrali, ÇED raporu onaylanmış. İnşaatı bitmiş ve deneme üretimine başlamış durumdadır.
Bilindiği üzere fosil kaynaklı yakıt kullanılarak çalışan tüm sistemlerden genel ekolojik riskler ortaya çıkmaktadır. Bunlar, hava kirleticileri (sera gazları, canlılar üzerinde etkili birçok zararlı kimyasal madde, vb. Bu maddeler, bio-jeokimyasal döngüler sonucunda su, toprak gibi doğal kaynaklarımızı ciddi riskler ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ekolojik yeri ve önemi tartışılmaz olan Kazdağlarının madencilik endüstrisi tarafından potansiyel maden ocakları olarak düşünülmesi sonucunda şu an ve gelecekte ciddi risk altında olacaktır. Günümüzde birçok madencilik firması Kazdağlarının muhtelif yerlerinde maden arama ve işletme ruhsatı başvurusunda bulunmaktadırlar. Bu izin alınma işlemlerine neden olanak tanıtır ki?Bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bu anlatılanlarda sonra çevremizde insan denen mahlukatların varlığı beni biraz daha rahatsız etmeye başlamıştı. Neden termik santral, neden maden ocakları? Yeteri kadar yok muydu? Yeteri kadar Türkiyemiz mahvedilmemiş miydi? Dünya sıralamasın da önemli bir yeri olan Kaz Dağlarına mı sıra gelmişti?
Bilindiği üzere fosil kaynaklı yakıt kullanılarak çalışan tüm sistemlerden genel ekolojik riskler ortaya çıkmaktadır. Bunlar, hava kirleticileri (sera gazları, canlılar üzerinde etkili birçok zararlı kimyasal madde, vb. Bu maddeler, bio-jeokimyasal döngüler sonucunda su, toprak gibi doğal kaynaklarımızı ciddi riskler ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ekolojik yeri ve önemi tartışılmaz olan Kazdağlarının madencilik endüstrisi tarafından potansiyel maden ocakları olarak düşünülmesi sonucunda şu an ve gelecekte ciddi risk altında olacaktır. Günümüzde birçok madencilik firması Kazdağlarının muhtelif yerlerinde maden arama ve işletme ruhsatı başvurusunda bulunmaktadırlar. Bu izin alınma işlemlerine neden olanak tanıtır ki?Bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bu anlatılanlarda sonra çevremizde insan denen mahlukatların varlığı beni biraz daha rahatsız etmeye başlamıştı. Neden termik santral, neden maden ocakları? Yeteri kadar yok muydu? Yeteri kadar Türkiyemiz mahvedilmemiş miydi? Dünya sıralamasın da önemli bir yeri olan Kaz Dağlarına mı sıra gelmişti?
Binlerce yıldır süre gelmiş Kaz Dağı efsaneleri, içinde yaşayanları ve yaşananları canlı tutmuştu ekolojik dengesini. Bunun için mücadele veren yangın gözlem kulesinde görevli olan Çoşkunun yanına varıyoruz. Yangın kulesi yolu oldukça zor aşılan engellerden oluşuyor. 4×4 araçlar burada gerekli performansa ulaşıp bizi zirveye çıkarıyorlar. Zirveden neredeyse tüm Kaz Dağlarının manzarasını alabiliyorsunuz. Biraz burada soluklandıktan sonra rehber İbrahim, Kaz Dağı efsanelerini sıralıyor peşi sıra.
İLK GÜZELLİK YARIŞMASI Peleus’la Thetis’in Olympos’ta kutlanan bir düğününe fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmemiş. Fesatlık bu ya boş durur mu, düğüne davetsiz gelip masanın ortasına altın bir elma atıvermiş, elmanın üzerinde “en güzele” yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus’un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Atena, Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde “en güzele” diye yazan altın elma, karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça. . Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Atena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris’in altın elmayı tutan eli kımıldamış. Herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs’e doğru uzanmış. Paris üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı Venüs’e vermiş.
Güzellik kraliçesi seçimi ilk kez Kaz dağları efsanesinde yerini almış. Venüsün güzel seçildiği, tarihte bilinen ilk güzellik yarışmasının yapıldığı Ayazmada halen her yıl Ağustos ayında bu gelenek devam ettirilip Kazdağı güzeli seçilmektedir.
PARİS
Paris, öbür adıyla Aleksandros, Troia kralı Priamos’la karısı Hekabe’nin en küçük oğlu. Kraliçe onu doğurmadan birkaç gün önce uykusunda bir düş görmüş: karnından çıkan bir alev Troia surlarını sarıyor, bütün şehri yangına veriyormuş. Falcılar bu düşü kötüye yorumlamışlar, doğacak olan çocuk şehri yıkıma götürecek demişler. Bebek doğunca da Priamos onu İda dağına bırakmak üzere bir uşağına vermiş. Uşak Paris’i dağa bırakmış , vahşi hayvanlar hakkından gelir diye düşünmüş. Ama öyle olmamış, bir dişi ayı gelip bebeği emzirmiş. Bir süre bu böyle gitmiş, sonra çocuğu Agelaos adındaki bir çoban bulmuş, evine götürmüş ve kendi çocuklarıyla bir arada büyütmüş. Paris çobanlar arasıdan güzelliği yardımseverliğiyle dikkati çekermiş, sürülerine çok iyi baktığı için, ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takmışlar, dağda önce Oinone adlı bir nympha ile sevişmiş. Evlenmişler, ama mutlulukları uzun sürmemiş.
OİNONE
Oinone İda dağının nymphalarından biridir. Paris ile evlenir. Paris güzellik yarışmasında yargıç olarak çağrıldığında onu vazgeçirmeye çalışır ama başaramaz; ancak bir gün yaralanırsa onu gelip bulmasını söyler. Apollon’un kendisine verdiği şifalı otlar vardır. Paris Troia savaşının sonlarında Philoktetes’in attığı bir okla yaralanınca Oinone’nin bu sözünü hatırlar, ona haber gönderir, ama nympha yardıma gelmez. Paris ölünce Oinone pişman olup canına kıyar.
(Nympha: Aslında başı örtülü, yani gelin anlamına gelen nympha kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan doğal ve tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen addır. Homeros’a göre nympha’lar Zeus’un kızlarıdır. )
ANKHİSES
Troia kral soyundan olan Asarakos’un oğlu Ankhises Tanrıça Aphrodite ile sevişmiş ve Aineias’ın babası olmuştur. Homerik denilen övgülerden Aphrodite’e ayrılmış olanı, bu sevişmeyi en ince ayrıntılarına dek anlatır: Tanrıça Ankhises’i İda yamaçlarında sığırlarını otlatırken görür, delikanlının güzelliğine vurulur ve dağa iner. Övgüde “canavarların anası, bin pınarlı İda” diye tanımlanan İda dağına Aphrodite’in inişi, peşinde vahşi hayvanlar sürükleyen ana tanrıçanın gelişine benzetilmiş, tanrıçanın büyüsüne kapılan hayvanların ormanlarda, fundalıklarda sevişmesi gösterilmiştir. anrıça Phrygia’lı bir genç kız kılığına girer de öyle görünür Ankhises’e. Troyalı prens arzu ile yanıp tutuşarak tanrıçaya yaklaşır. Sevişmelerinin sonunda gülümser tanrıça, sevgilisine şöyle seslenir:
Senin bir oğlun doğacak,
Troya’lılara kral olacaktır o
ve çocuklarına çocuklar doğacaktır
sonsuzluğa dek!
Tanrıça doğuracağı oğlanı büyütmek için nympha’lara vereceğini, onu beş yaşında babasına tanıtacağını ve çocuğun kimin olduğu sorulursa sakın Aphrodite’in oğlu olduğunu bildirmemesini, yoksa Zeus’un yıldırımına çarpılacağını söyler ve Ankhises’i bırakıp gider.
Bir efsaneye göre Ankhises tanrıçanın sözünü tutmaz, fazlaca içtiği bir gün Aphrodite ile sevişmiş olmakla övünür ve çarpılır. unun sonucunda topal kaldığı, Troİa’dan kaçarken Aineias’ın onu sırtına almasının nedeninin bu olduğu anlatılır.
Güzel bir öğle yemeği eşliğinde dinlediğimiz Kaz Dağı efsaneleri beni oldukça tarihin gerilerine, derinliklerine götürmüştü. Yüzlerden de bu okunuyordu. İbrahimin tecrübeli, aksanlı anlatışları ve akıcı lisanı, kendi kattıkları ile bu hikayeler dinlenir olmuştu.
Yolculuk devam ediyordu, yükseldikçe hava koşullarında belirgin değişiklikler gözleniyordu. Etraf karla kaplanmış, yol güçlükle alınır durumda ve sis tabakası kapladı etrafı. Sarıkız tepesine doğru yol alıyoruz ama etrafı şuan görmek nerede ise imkansız.
Sarıkızı mesken tutmuş Türkmen köylüleri. Bunu duymuştum ve buralarda yaşamlarını sürdürüp aynı zamanda da bekçilik yapıyorlardı. Kazdağlarında halen geleneksel dokularını hiç bozmadan yaşantılarını devam ettiren Türkmen köylüleri, nereden gelmişlerdi Kaz Dağlarına? Türkmenler tarihte göçer kabileler olarak bilinmektedirler. Fatih Sultan Mehmet zamanında gemi kerestesi biçmek üzere gönderilmişler bu yöreye Türkmen göçerleri. Düden yaylasında mesken seçen Tahtacı Türkmen’leri Kaz avlusunda adeta resimleşmiş kaz tüylerini görünce merakları üzerine kendilerine efsaneler anlatılır. Orta Asya şamanizm inançlarına göre kazı kutsal saymaları nedeniyle bu dağı da kutsal sayarak İda dağını Kazdağları olarak değiştirirler. Sarıkız türbesi olan yere Sarıkız, Baba türbesi olan yere Baba tepesi, kaz tüylerinin bulunduğu yere Kaz avlusu ve dağın bu bölümüne de Babadağı adını verirler. Kutsal saydıkları bu türbeler için her yıl Ağustos ayının 15 ile 30’u arasına rastlayan bir hafta sonunda tepeleri ziyaret edenler oralarda, etmeyenler de bulundukları yerlerde olmak üzere cumartesi günü Sarıkız’a, pazar günü Baba’ya ve pazartesi günü de Şahtaşlarına olmak üzere üç gün hayır yapılır. Yöredeki bazı köyler yalnız Sarıkız’a hayır yapmaktadır. Her sene Ağustos Ayının son 15 günü Sarıkız tepesinde geleneksel Sarıkız şenliklerinin yöresel kıyafet ve adetlerine uygun olarak yayla yaşantısında çadırlar kurarak, Sarıkız Şenlikleri olarak kutlamaktadırlar. Bu şenliklerin yapıldığı tarihlerde Kaz Dağlarına giriş serbest bırakılmaktadır. İsterseniz sizde çadırlarınızı kurup bu şenliklere katılabilirsiniz. Benden söylemesi
Bu gece Sarıkız tepesinde kamp yapacağız, hava oldukça soğuk ve yağışlı. Odunlar ıslak tutuşturmakta zorluk çekiyoruz. Rehber İbrahim gün boyu topladığı otlardan bize akşam sıcak şarap yapıyor. İçimizi ısıtan bu sıcak şarap eşliğinde anlatıyor bizlere meşhur Sarıkızın hikayesini.
SARIKIZ EFSANESİ;
Sarıkız’ın babası yaşlanınca Hacc’a gitmek ister ve kızını Güre köyünde bir imam ailesine emanet eder. Uzun süren Hac zamanında köy delikanlıları kıza evlenme teklifinde bulunurlar. Kız bu teklifleri kabul etmeyince bunu gurur meselesi sayarak yorumlar üretmeye başlarlar. Yorumlar kısa zamanda dedikoduya ve iftiraya dönüşür. Baba Hac’dan dönünce dışlanır ve kızını öldürmeye karar verir. evden çıkınca kıza bozuk yumurta atanlar olur. Bu nedenle çocuklar ona “Sarıkız” adını verirler. Köyün kenarına çıkıldığında Sarıkız kendisine hakaret edenlere bunun yanlış olduğunu kabul ettiremeyince beddua eder. Baba ile Sarıkız şimdiki Sarıkız tepesine çıktıklarında Baba abdest almak için kızından acele su ister. Ancak verilen suyun tuzlu olduğunu gören Baba tatlı su ister. anında verilen tatlı sudan şüphelenen Baba, niçin tuzlu su verdiğini sorar. Kız da “acele ettiğin için, denizden alıverdim” cevabını verir. bu durum karşısında kızının ermiş olduğunu anlayan Baba pişman olur. Kızına “kızım ben sana inanmamakla büyük hata ettim, senden özür dilesem beni affedersin ama senin yüzüne bakacak halim kalmadı, en iyisi sen burada beni bekleyedur ben şöyle bir gezip geleyim” diyerek kızı yalnızlığa terkeder. Baba görünmez olunca dağın üzerine korkunç derecede siyah bir bulut çöker. Günler sonra Baba’nın ölmüş bedenini dağın zirvesinde bulurlar. . .
Her köşesinde başka bir hikaye anlatılan Kaz Dağlarında gezmek, oksijeninden faydalanmak bunca yılın getirdiği anlatıları doğrular gibi içimizi ısıtmıştı. Sabaha karşı soğukluk çadırlarda iyice hissedilmişti. Sabah kalktığımızda suların donmuş olduğunu ve gecenin çok çetin geçmiş olduğunu fark ettim. Neyse güneşli bir hava karşıladı bu sabah, kahvaltı sonrası İzmirden ve İstanbuldan gelen üç araç daha katlıyor bizlere ve ekip şuan 6 araçlık bir konvoy oluşturuyor.
Yola çıktığımızda Gürgen ve Kızılağaçla çevrili ormanın içinden geçiyoruz. Tüm gün çeşitli rotalarla yolculuk devam ediyor. Dağ zirveleri arasından geçen yolumuzda karşımıza çamura batmış bir kamyon ve çaresizlikle bekleyen köylü topluluğu beliriveriyor. Onlar için Sizi bize Tanrı gönderdi nidalarıyla 4×4 araçların birkaçıyla kamyonu çamurdan çıkartıp yolumuza devam ettik. Manzaradan büyülenmiş ekiple akşamı daha ılıman olan daha korunaklı bir dere başında kampımızı kuruyoruz. Yeni arkadaşların katılması ile ve son gecemizde ateş başında eğlence doruğa ulaşıyor. Araçlardan çıkan yiyecek ve içecekler hızla tüketilir bir halde. Utkunun aracındaki şarap mahzeninin bir türlü sonu gelmek bilmiyor geldi mi de onu ben bilmiyorum. Bende gecenin karanlığında kaybolmuşum, sabah gün ışıkları ile ancak kendime gelebildim 🙂
Bu sabah artık Kaz Dağlarında gezimiz son bulacak ve denize doğru Zeytinli Köyüne doğru ilerliyoruz. Kazdağını araçla gezebildiğimiz için bir çok yerine ulaşabilme ve görebilme şansına sahip olduk. Bu gezi esnasında yürüyüş yapan gruplarla da karşılaştık.
DOĞAL VE KÜLTÜREL KAYNAK DEĞERLERİ
Kazdağı; Şahindere Kanyonu, Ayazma, Sütüven Göletleri gibi doğal güzellikleri, taş evleri ile dikkat çeken köyleri, orman gözetleme kulelerinin yer aldığı manzara noktaları, şifalı suları, kaplıcaları, Sarıkız Şenlikleri ile dikkat çeken Sarıkız Tepesi, şelaleleri gibi daha bir çok doğal ve kültürel zenginliklere sahiptir. Koruma altına alınan türlerin yanı sıra, Kazdağı bitkileri arasında halı kilim ve yün boyamada kullanılan ve ekonomik potansiyeli çok yüksek olan türler de yer almaktadır.
Kaz Dağları, doğal ve kültürel kaynak değerleri açısından oldukça zengin bir potansiyele sahip olduğunu söylemiştim. Bu değerler Kaz Dağı kütlesinin tümüne dağılmış durumdadır. Bunlardan Adatepe ( Gargaran Tepesi ), eski Yunan kültürüne göre tanrılarına kurbanlar sunmak üzere yapılmış bulunan Zeus Sunağına ev sahipliği yapar. Tuzla Köyünde bulunan 1366 yılında yapılmış olan Hüdavendigar Külliyesi, Çanakkale ve yöresindeki ilk ve orta devir eserlerinden, kitabesi olan ve 600 senedir ayakta olan tek eserdir. Hüdavendigar Camii halen kullanılmaktadır. UNESCO dan özel ödül almış, Türkmen kültürünün iş aletlerinden giysilerine, çadırlarından ev gereçlerine kadar yüzlerce ürünün sergilendiği Tahtakuşlar Etnografya Müzesi Tahtakuşlar köyünde bulunmaktadır. Emekli öğretmen Alibey Kudar tarafından kurulmuştur. (Bilinmeyen Yönleri ile Batı, İç ve Kuzey Ege-2 gezi yazısını okuyabilirsiniz)
Orman kanunlarını uygulandığı Kaz Dağları milli park alanında bir ot koparmak bile suç sayılıyor. Aman dikkat! Allahın otu deyip geçmeyin buda suç olur mu demeyin
Yıllar sonra bu cennet bahçesini gezip, yaşayabildiğim ve yaşatabildiğim için çok mutlu olmuştum. Yolunuz bir gün bu taraflara düşerse muhakkak Kaz Dağlarını ziyaret ediniz.
Farklı yol ve rotalarda buluşmak üzere
Hepiniz sevgiyle kalın . Melih Eriş
İLK GÜZELLİK YARIŞMASI Peleus’la Thetis’in Olympos’ta kutlanan bir düğününe fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmemiş. Fesatlık bu ya boş durur mu, düğüne davetsiz gelip masanın ortasına altın bir elma atıvermiş, elmanın üzerinde “en güzele” yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus’un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Atena, Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde “en güzele” diye yazan altın elma, karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça. . Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Atena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris’in altın elmayı tutan eli kımıldamış. Herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs’e doğru uzanmış. Paris üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı Venüs’e vermiş.
Güzellik kraliçesi seçimi ilk kez Kaz dağları efsanesinde yerini almış. Venüsün güzel seçildiği, tarihte bilinen ilk güzellik yarışmasının yapıldığı Ayazmada halen her yıl Ağustos ayında bu gelenek devam ettirilip Kazdağı güzeli seçilmektedir.
PARİS
Paris, öbür adıyla Aleksandros, Troia kralı Priamos’la karısı Hekabe’nin en küçük oğlu. Kraliçe onu doğurmadan birkaç gün önce uykusunda bir düş görmüş: karnından çıkan bir alev Troia surlarını sarıyor, bütün şehri yangına veriyormuş. Falcılar bu düşü kötüye yorumlamışlar, doğacak olan çocuk şehri yıkıma götürecek demişler. Bebek doğunca da Priamos onu İda dağına bırakmak üzere bir uşağına vermiş. Uşak Paris’i dağa bırakmış , vahşi hayvanlar hakkından gelir diye düşünmüş. Ama öyle olmamış, bir dişi ayı gelip bebeği emzirmiş. Bir süre bu böyle gitmiş, sonra çocuğu Agelaos adındaki bir çoban bulmuş, evine götürmüş ve kendi çocuklarıyla bir arada büyütmüş. Paris çobanlar arasıdan güzelliği yardımseverliğiyle dikkati çekermiş, sürülerine çok iyi baktığı için, ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takmışlar, dağda önce Oinone adlı bir nympha ile sevişmiş. Evlenmişler, ama mutlulukları uzun sürmemiş.
OİNONE
Oinone İda dağının nymphalarından biridir. Paris ile evlenir. Paris güzellik yarışmasında yargıç olarak çağrıldığında onu vazgeçirmeye çalışır ama başaramaz; ancak bir gün yaralanırsa onu gelip bulmasını söyler. Apollon’un kendisine verdiği şifalı otlar vardır. Paris Troia savaşının sonlarında Philoktetes’in attığı bir okla yaralanınca Oinone’nin bu sözünü hatırlar, ona haber gönderir, ama nympha yardıma gelmez. Paris ölünce Oinone pişman olup canına kıyar.
(Nympha: Aslında başı örtülü, yani gelin anlamına gelen nympha kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan doğal ve tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen addır. Homeros’a göre nympha’lar Zeus’un kızlarıdır. )
ANKHİSES
Troia kral soyundan olan Asarakos’un oğlu Ankhises Tanrıça Aphrodite ile sevişmiş ve Aineias’ın babası olmuştur. Homerik denilen övgülerden Aphrodite’e ayrılmış olanı, bu sevişmeyi en ince ayrıntılarına dek anlatır: Tanrıça Ankhises’i İda yamaçlarında sığırlarını otlatırken görür, delikanlının güzelliğine vurulur ve dağa iner. Övgüde “canavarların anası, bin pınarlı İda” diye tanımlanan İda dağına Aphrodite’in inişi, peşinde vahşi hayvanlar sürükleyen ana tanrıçanın gelişine benzetilmiş, tanrıçanın büyüsüne kapılan hayvanların ormanlarda, fundalıklarda sevişmesi gösterilmiştir. anrıça Phrygia’lı bir genç kız kılığına girer de öyle görünür Ankhises’e. Troyalı prens arzu ile yanıp tutuşarak tanrıçaya yaklaşır. Sevişmelerinin sonunda gülümser tanrıça, sevgilisine şöyle seslenir:
Senin bir oğlun doğacak,
Troya’lılara kral olacaktır o
ve çocuklarına çocuklar doğacaktır
sonsuzluğa dek!
Tanrıça doğuracağı oğlanı büyütmek için nympha’lara vereceğini, onu beş yaşında babasına tanıtacağını ve çocuğun kimin olduğu sorulursa sakın Aphrodite’in oğlu olduğunu bildirmemesini, yoksa Zeus’un yıldırımına çarpılacağını söyler ve Ankhises’i bırakıp gider.
Bir efsaneye göre Ankhises tanrıçanın sözünü tutmaz, fazlaca içtiği bir gün Aphrodite ile sevişmiş olmakla övünür ve çarpılır. unun sonucunda topal kaldığı, Troİa’dan kaçarken Aineias’ın onu sırtına almasının nedeninin bu olduğu anlatılır.
Güzel bir öğle yemeği eşliğinde dinlediğimiz Kaz Dağı efsaneleri beni oldukça tarihin gerilerine, derinliklerine götürmüştü. Yüzlerden de bu okunuyordu. İbrahimin tecrübeli, aksanlı anlatışları ve akıcı lisanı, kendi kattıkları ile bu hikayeler dinlenir olmuştu.
Yolculuk devam ediyordu, yükseldikçe hava koşullarında belirgin değişiklikler gözleniyordu. Etraf karla kaplanmış, yol güçlükle alınır durumda ve sis tabakası kapladı etrafı. Sarıkız tepesine doğru yol alıyoruz ama etrafı şuan görmek nerede ise imkansız.
Sarıkızı mesken tutmuş Türkmen köylüleri. Bunu duymuştum ve buralarda yaşamlarını sürdürüp aynı zamanda da bekçilik yapıyorlardı. Kazdağlarında halen geleneksel dokularını hiç bozmadan yaşantılarını devam ettiren Türkmen köylüleri, nereden gelmişlerdi Kaz Dağlarına? Türkmenler tarihte göçer kabileler olarak bilinmektedirler. Fatih Sultan Mehmet zamanında gemi kerestesi biçmek üzere gönderilmişler bu yöreye Türkmen göçerleri. Düden yaylasında mesken seçen Tahtacı Türkmen’leri Kaz avlusunda adeta resimleşmiş kaz tüylerini görünce merakları üzerine kendilerine efsaneler anlatılır. Orta Asya şamanizm inançlarına göre kazı kutsal saymaları nedeniyle bu dağı da kutsal sayarak İda dağını Kazdağları olarak değiştirirler. Sarıkız türbesi olan yere Sarıkız, Baba türbesi olan yere Baba tepesi, kaz tüylerinin bulunduğu yere Kaz avlusu ve dağın bu bölümüne de Babadağı adını verirler. Kutsal saydıkları bu türbeler için her yıl Ağustos ayının 15 ile 30’u arasına rastlayan bir hafta sonunda tepeleri ziyaret edenler oralarda, etmeyenler de bulundukları yerlerde olmak üzere cumartesi günü Sarıkız’a, pazar günü Baba’ya ve pazartesi günü de Şahtaşlarına olmak üzere üç gün hayır yapılır. Yöredeki bazı köyler yalnız Sarıkız’a hayır yapmaktadır. Her sene Ağustos Ayının son 15 günü Sarıkız tepesinde geleneksel Sarıkız şenliklerinin yöresel kıyafet ve adetlerine uygun olarak yayla yaşantısında çadırlar kurarak, Sarıkız Şenlikleri olarak kutlamaktadırlar. Bu şenliklerin yapıldığı tarihlerde Kaz Dağlarına giriş serbest bırakılmaktadır. İsterseniz sizde çadırlarınızı kurup bu şenliklere katılabilirsiniz. Benden söylemesi
Bu gece Sarıkız tepesinde kamp yapacağız, hava oldukça soğuk ve yağışlı. Odunlar ıslak tutuşturmakta zorluk çekiyoruz. Rehber İbrahim gün boyu topladığı otlardan bize akşam sıcak şarap yapıyor. İçimizi ısıtan bu sıcak şarap eşliğinde anlatıyor bizlere meşhur Sarıkızın hikayesini.
SARIKIZ EFSANESİ;
Sarıkız’ın babası yaşlanınca Hacc’a gitmek ister ve kızını Güre köyünde bir imam ailesine emanet eder. Uzun süren Hac zamanında köy delikanlıları kıza evlenme teklifinde bulunurlar. Kız bu teklifleri kabul etmeyince bunu gurur meselesi sayarak yorumlar üretmeye başlarlar. Yorumlar kısa zamanda dedikoduya ve iftiraya dönüşür. Baba Hac’dan dönünce dışlanır ve kızını öldürmeye karar verir. evden çıkınca kıza bozuk yumurta atanlar olur. Bu nedenle çocuklar ona “Sarıkız” adını verirler. Köyün kenarına çıkıldığında Sarıkız kendisine hakaret edenlere bunun yanlış olduğunu kabul ettiremeyince beddua eder. Baba ile Sarıkız şimdiki Sarıkız tepesine çıktıklarında Baba abdest almak için kızından acele su ister. Ancak verilen suyun tuzlu olduğunu gören Baba tatlı su ister. anında verilen tatlı sudan şüphelenen Baba, niçin tuzlu su verdiğini sorar. Kız da “acele ettiğin için, denizden alıverdim” cevabını verir. bu durum karşısında kızının ermiş olduğunu anlayan Baba pişman olur. Kızına “kızım ben sana inanmamakla büyük hata ettim, senden özür dilesem beni affedersin ama senin yüzüne bakacak halim kalmadı, en iyisi sen burada beni bekleyedur ben şöyle bir gezip geleyim” diyerek kızı yalnızlığa terkeder. Baba görünmez olunca dağın üzerine korkunç derecede siyah bir bulut çöker. Günler sonra Baba’nın ölmüş bedenini dağın zirvesinde bulurlar. . .
Her köşesinde başka bir hikaye anlatılan Kaz Dağlarında gezmek, oksijeninden faydalanmak bunca yılın getirdiği anlatıları doğrular gibi içimizi ısıtmıştı. Sabaha karşı soğukluk çadırlarda iyice hissedilmişti. Sabah kalktığımızda suların donmuş olduğunu ve gecenin çok çetin geçmiş olduğunu fark ettim. Neyse güneşli bir hava karşıladı bu sabah, kahvaltı sonrası İzmirden ve İstanbuldan gelen üç araç daha katlıyor bizlere ve ekip şuan 6 araçlık bir konvoy oluşturuyor.
Yola çıktığımızda Gürgen ve Kızılağaçla çevrili ormanın içinden geçiyoruz. Tüm gün çeşitli rotalarla yolculuk devam ediyor. Dağ zirveleri arasından geçen yolumuzda karşımıza çamura batmış bir kamyon ve çaresizlikle bekleyen köylü topluluğu beliriveriyor. Onlar için Sizi bize Tanrı gönderdi nidalarıyla 4×4 araçların birkaçıyla kamyonu çamurdan çıkartıp yolumuza devam ettik. Manzaradan büyülenmiş ekiple akşamı daha ılıman olan daha korunaklı bir dere başında kampımızı kuruyoruz. Yeni arkadaşların katılması ile ve son gecemizde ateş başında eğlence doruğa ulaşıyor. Araçlardan çıkan yiyecek ve içecekler hızla tüketilir bir halde. Utkunun aracındaki şarap mahzeninin bir türlü sonu gelmek bilmiyor geldi mi de onu ben bilmiyorum. Bende gecenin karanlığında kaybolmuşum, sabah gün ışıkları ile ancak kendime gelebildim 🙂
Bu sabah artık Kaz Dağlarında gezimiz son bulacak ve denize doğru Zeytinli Köyüne doğru ilerliyoruz. Kazdağını araçla gezebildiğimiz için bir çok yerine ulaşabilme ve görebilme şansına sahip olduk. Bu gezi esnasında yürüyüş yapan gruplarla da karşılaştık.
DOĞAL VE KÜLTÜREL KAYNAK DEĞERLERİ
Kazdağı; Şahindere Kanyonu, Ayazma, Sütüven Göletleri gibi doğal güzellikleri, taş evleri ile dikkat çeken köyleri, orman gözetleme kulelerinin yer aldığı manzara noktaları, şifalı suları, kaplıcaları, Sarıkız Şenlikleri ile dikkat çeken Sarıkız Tepesi, şelaleleri gibi daha bir çok doğal ve kültürel zenginliklere sahiptir. Koruma altına alınan türlerin yanı sıra, Kazdağı bitkileri arasında halı kilim ve yün boyamada kullanılan ve ekonomik potansiyeli çok yüksek olan türler de yer almaktadır.
Kaz Dağları, doğal ve kültürel kaynak değerleri açısından oldukça zengin bir potansiyele sahip olduğunu söylemiştim. Bu değerler Kaz Dağı kütlesinin tümüne dağılmış durumdadır. Bunlardan Adatepe ( Gargaran Tepesi ), eski Yunan kültürüne göre tanrılarına kurbanlar sunmak üzere yapılmış bulunan Zeus Sunağına ev sahipliği yapar. Tuzla Köyünde bulunan 1366 yılında yapılmış olan Hüdavendigar Külliyesi, Çanakkale ve yöresindeki ilk ve orta devir eserlerinden, kitabesi olan ve 600 senedir ayakta olan tek eserdir. Hüdavendigar Camii halen kullanılmaktadır. UNESCO dan özel ödül almış, Türkmen kültürünün iş aletlerinden giysilerine, çadırlarından ev gereçlerine kadar yüzlerce ürünün sergilendiği Tahtakuşlar Etnografya Müzesi Tahtakuşlar köyünde bulunmaktadır. Emekli öğretmen Alibey Kudar tarafından kurulmuştur. (Bilinmeyen Yönleri ile Batı, İç ve Kuzey Ege-2 gezi yazısını okuyabilirsiniz)
Orman kanunlarını uygulandığı Kaz Dağları milli park alanında bir ot koparmak bile suç sayılıyor. Aman dikkat! Allahın otu deyip geçmeyin buda suç olur mu demeyin
Yıllar sonra bu cennet bahçesini gezip, yaşayabildiğim ve yaşatabildiğim için çok mutlu olmuştum. Yolunuz bir gün bu taraflara düşerse muhakkak Kaz Dağlarını ziyaret ediniz.
Farklı yol ve rotalarda buluşmak üzere
Hepiniz sevgiyle kalın . Melih Eriş
Kaynak: Fotogezgin