Bir süre otoyolda sürdükten sonra tabelalar Selaniki göstermeye başladı. Sonra da şehir merkezine girdik. Bu kadar büyük hayal etmemiştim Selaniki. Burası sanki İzmir. Merkeze yaklaştıkça trafik de yoğunlaştı ve bir süre sonra motosikletli olmamıza rağmen çekilmez hale gelmeye başladı. Merkezde birkaç otel baktık beğenmedik. Üstelik bize otopark da gerekli. Sonunda motosikletleri de güven altına alabileceğimiz bir otel bulduk. Sahile yakın fena değil. Avrupa da da çok farklı değil, gece sokakta motor bırakmaya gelmez. Çok sıkı zincirlemeniz lazım alır götürürler. Mutlaka titanyum kilitler ve kırılmayan özel zincirler taşırız bu iş için. Ne soylu metalmiş bu titanyum dedim kendi kendime motorumu kilitlerken İmplanttan kilide her yerde kullanmış adamlar.
Selanike gece çökmeye başlamıştı yavaş yavaş. Otele yerleşip biraz dinlendikten sonra attık kendimizi dışarı. Güzel bir sahil şehri Selanik. Çiçek pasajı benzeri bir yerde demlendikten sonra tekrar tuttuk otelin yolunu.
Ertesi sabah ilk iş Atatürkün evini ziyaret oldu. Resimlerdekinin aynı. Tertemiz ve iyi korunuyor belli ki. Önünde fotoğraf çektirirken Yunanlı taksi şoförler sesleniyor bize Atatürk, Atatürk diye. Belli ki onlar da kabullenmiş artık Türkün gücünü.
Ziyaretten sonra açıyoruz gazı tekrar. Bir türlü çıkartamadık Makedonyanın yolunu. O otoyol, bu otoyol derken hafiften yağmur da başladı. Bir saçak altı bulup yağmurlukları giydik. Yol yapmazsak iyice sıcak oluyor. Bir süre sonra yağmur durdu ve biz de rahat ettik.
Bir saate kalmadan ulaştık Makedonya sınırına. Gümrükçülere ilginç geldik nedense Çok fazla Türk geçmezmiş buralardan motosikletle şaşırdılar. Makedonya da yollar oldukça iyi. Üsküpe kadar güzel bir sürüş oldu. Şehrin merkezinde bir kafeterya ya oturduk bir şeyler yemek için. Buralar hiç Avrupa ülkesi gibi değil. Ekonominin çok güçlü olmadığı hissediliyor. Birden etrafımızda insanlar belirdi. Çok sıcakkanlılar ve herkes Türkçe konuşuyor. İstanbulu sordular ve anlattırdılar bize çok enteresan. Çoğu bir şekilde bağlantılı Türkiye ile. Özlemişler belli ki. Çok duygulandık, herkesle sohbet ettik ve yola çıktık tekrar.
Kosova sınırına yaklaştıkça yollar biraz daha bozuklaştı. Benzin almamız lazım bir istasyona girdik. Kimse konuşmuyor ama herkes Türkçe biliyor. İstasyon şefi Türk asıllı bir Arnavut. Çok yardımcı oldu bize yol konusunda. Bir de harita hediye etti ve bizi uyardı; Dikkat edin Dalmaçya kıyıları yağmurda çok kaygan olur. İstasyondan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Kosova sınırına geldik. Burası Pazar yeri gibi. Karmakarışık bir yer. Yine herkes Türkçe konuşuyor bizimle. Bir memur bizi durduruyor ve Turing klüpten yaptığımız ve Avrupa ülkelerinde geçerli olan sigortamızın geçerli olmadığını söylüyor. İtiraz şansımız yok ödemeleri yapıp Kosova sigortası yaptırıyoruz mecburen.
Tekrar atladık demir atlarımıza Bu kez hedef Priştina. Üsküpte üniversite öğrencisi bir çocuk Priştinadan değil de Prizen üzerinden gidin demişti. Haritaya baktık. Priştinayı görelim dedik. Kosovayı tam ortadan geçelim yanılalım dedik. Sen misin geçen?? Bizi bekleyen kötü sürprizi bilseydik yapar mıydık bu hatayı hiç??