İstanbuldan Dubrovnike yol gider
Motosiklet deyip geçmeyin. Onun da otomobil gibi her zevke hitabeden türleri var. Binip de uçmak istiyorsanız street, caddelerde gümbür gümbür gezmek istiyorsanız Cruser, dağ taş tepe dolaşmak istiyorsanız Enduro sahibi olmanız gerek.
İşte biz de 2007nin ılık bir Haziran sabahı atladık endurolarımıza, ver elini Dalmaçya sahilleri.
İstanbul İpsala arası gerçekten güzel bir güzergah. Cumartesi sabahının erken saatleri olduğu için de boş bir yolda ilerledik. Yol yenilenmiş ve sorunsuz. Ortalama 120 km/saat süratle bir solukta vardık sınır kapısına.
Bizim tarafta az bir sıra vardı. Biraz beklesek de evrak işlerimizi çok gecikmeden hallettik ve geçtik Yunanistana. İddiaya girmiştim Ayktu ile, Yunan uluslararsı ehliyet sormaz diye ama iyi etmemişim. Tam pasaportdan geçtim derken sordu komşu. Sorun yok hazırlamıştım zaten. Ama evraklarımı alıp sınırı geçerken bir de ne göreyim Bir su birikintisi Gazlıyorum derken üzerimde bir ıslaklık, vizörüm de açık ıslanıyorum bi taraftan, meğer dezenfekte edermiş Yunan bizi. Ancak vizörümü kapatabildim. Gazlayamadım da . Islandım. Saydım döktüm hayır duaları. Bir daha geçersem bakınırmıyım hiç ..gazlar geçerim.
Neyse çıktık otoyola ve açtık gazı Alexandrapolise doğru. Alexadrapolis şirin bir Yunan kasabası. Güzel bir sahili var. Kafeteryalar, restoranlar var sahilde. Ne kadar da benziyor buralar bizim memlekete. Bir kahve molası verdik güzel bir kafe de. Sonra ver elini Kavala.
Türk tırlarını geçiyoruz yollarda Korna çalarak selamlıyorlar bizi plakaları görünce. Etrafta köyler görüyoruz. Hepsinde minareler var. Sanki bizim buralar
Yemekten sonra tekrar yola koyulduk. Şimdi sırada Selanik var. Hep yapmak istediğim bir şeydi bu. Selanike gitmek. Atatürkün doğduğu evi görmek. Bir evladın babasına olan borcu gibi hissederdim hep. Şimdi o Selanike gidiyordum işte. Heyecanlandım. Gazı açtım. Yürü bakalım çocuğum dedim altımdaki enduroya. Aslan gibi kükredi 1200 GS enduro ve tırmalamaya başladı yolları.