Prehistorik ve İlkçağlarda Fosil Dişler ve Diş Tedavilerine Genel Bir Bakış

Tarihteki ilk diş hekiminin kim olduğunu biliyor musunuz ya da Hamurabi Kanunları’nda diş hekimleri ile ilgili maddeleri… Günümüz diş hekimliğine ulaşmak binlerce yıl aldı. Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik AD. Başkanı Prof. Dr. Ayşegül Demirhan Erdemir, Dişhekimliği Dergisi için hazırladığı makalesinde, tarih öncesinde ve ilk çağlardaki diş tedavilerine genel bir bakış sunuyor.
Prehistorik ve İlkçağlarda Fosil Dişler ve Diş Tedavilerine Genel Bir Bakış Prehistorik ve İlkçağlarda Fosil Dişler ve Diş Tedavilerine Genel Bir Bakış
Prehistorik ve İlkçağlarda Fosil Dişler ve Diş Tedavilerine Genel Bir Bakış

Prof. Dr. Ayşegül Demirhan Erdemir

Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik AD. Başkanı

Tıp Etiği, Tıp Hukuku ve Tıp Tarihi Derneği Kurucu Başkanı

Reklam

Giriş

Yazının bulunuşundan önce de tedavi metodları vardı. Hem diş hekimliği ile ilgili rahatsızlıklarda, hem de diğer hastalıklarda ilkel tedavi metodları uygulanırdı. İçgüdülerin etkisiyle doğan hekimlik gittikçe bir meslek şeklinde görülmeğe başladı. İlk insan, hatta ilk canlı bile doğal etkiler, sıcaklar, soğuklar, rüzgarlar, su taşmaları, yer sarsıntıları karşısında, yaralanma ya da hastalık durumlarında içgüdüleriyle durumuna çare aramağa başladı. Ancak içgüdüler, hayvanlarda milyonlarca yıldan beri hep aynı kaldığı halde, insanlarda hızla gelişti, metafizik, dini, mistik ve ampirik devrelerden geçerek bugünkü modern tıbba ulaştı.

Prehistorik ve İlkçağlarda Fosil dişler ve Diş Tedavilerinin Önemi Üzerine

Bilindiği gibi hastalık, yeryüzünde hemen hemen yaşam kadar, hatta insanlıktan da daha eskidir. Ancak milyonlarca yıl boyunca görülen hastalık şekilleri hemen hemen aynı kalmıştır. Yazının bulunuşundan önceki milyonlarca yıl boyunca tıp alanındaki bazı ilkel bilgileri bize bırakan bazı metodlar vardır. Fosilleşmiş dişler, kemikler, mumyalar, prehistorik sanat çalışmaları ve bu arada en önemlisi kemik değişmeleri prehistorik dönem tıbbı hakkında bilgi vermektedirler. Bundan başka o dönemlerde uygulanan tedavi metodları ve hastalık şekilleri, bugün de bazı ilkel kabilelerde görülmektedir ve bu kabilelerin yaşantılarından da prehistorik dönem tıbbı hakkında bilgi alınabilir. Örneğin, o devirlerde yapılan trepanasyon operasyonu günümüzde de bazı ilkel kabilelerde uygulanmaktadır.

Mısır papirüsleri gibi tıp ve diş hekimliği üzerindeki ilk dökümanlar, bize 4000 yıllık bir geriye gidişi sağlarlar. Bununla beraber yazının bulunuşundan önceki milyonlarca yıl boyunca tıp ve diş hekimliği alanındaki bazı basit bilgileri bize bırakan metodlar vardır. Bu metodlar, bu dönemdeki hastalık başlangıçları ve tedavileri hakkında bilgi veren prehistorik dönem tarihçilerinin ve paleontolojistlerin kullandıkları metodlardır. Kemiklerdeki bazı değişmeler, yumuşak dokular ve organlarla ilgili hastalıklar hakkında hiçbir bilgi vermezler. Yalnız bazı kemikler, bazı toplumlardaki ölü yakma pratiği ve erozyon olayları ile ilgili bilgileri yansıtırlar. Kemik değişmelerinin çoğu o dönemdeki hastalıkları açıklamakta yardımcı olmaktadırlar. İşte hastalığın paleontolojik ve prehistorik olarak ispatlanmasından söz eden bilime paleopatoloji denir. Paleopatolojinin zengin dökümanlarından biri kemik materyelleridir. Hastalık, yeryüzünde hemen hemen hayat kadar hatta insanlıktan da daha eskidir. Ancak, hastalık şekilleri milyonlarca yıl boyunca hemen hemen aynı kalmıştır. Günümüzün micrococcuslarına benzeyen fosilleşmiş bakteriler, 500 milyon yıllık jeolojik formasyonlar halinde bulunabilirler. Bu bakterilerin patojenik olup olmadıklarına karar vermak olanaksızdır. Charles Nicolle, en eski patojenik bakterilerin sporlu gram pozitif tipte bakteriler olduklarını bildirmektedir. Aynı yazar, sporsuz gram pozitif bakterileri ve gram negatif bakterileri de çağlara göre sınıflamıştır. Nicolle, virüsleri de ilgili parasitism’lerinden dolayı, patojenik organizmaların en genci olarak kabul etmiştir. Üç yüz elli milyon yıl öncesinin fosil kabukları, parasitizm ve traumatizmin canlı hayvan oluşuklarını hastalandırdıklarını kanıtlamaktadır. İki yüz milyon yıl öncesinin büyük sürüngenlerinin hastalıklarını, canlı kalmış kemiklerdeki bulgulardan anlayabiliriz. Prehistorik devrin dinazorları, mozozorları ve timsahları, kırıklarını içgüdüleriyle tedavi ederlerdi. Bu sürüngenler, günümüzün tıp pratiğinin ana problemlerinden biri olan kronik artrit belirtileri gösterirlerdi. Bu hayvanlarda da zaman zaman osteomyelit ve osteoperostit gibi kemik iltihabı bulunuyordu. Bilindiği gibi fosilize olmuş sürüngenlerin birçoğu opisthotonos pozisyonunda bulunurlar. Opisthotonos, tetanoz sonucu oluşur. Bu bakımdan böyle hayvanlar bu organlara etki eden infeksiyöz hastalıklardan ölmüş olabilirler. Bilindiği gibi diş çürükleri ile ilgili bilgiler, insanlık tarihinden de önce olup 12 milyon yıl öncesine dayanır. O zaman yaşamış olan balıkların ve 6 milyon yıl önce görülen sürüngenlerin dişlerinde çürük kavitelerine rastlanmıştır. Yine Orta Taş Dönemine ait (M.Ö. 8000) iskeletler üzerinde yapılan incelemelerde çürük kaviteleri vardı. Bu dönemlerde diş sorunları diş, çürüklerinden daha çok dişlerin aşırı düzeyde aşınmalarıydı. Bu aşınmalar, besinlerin sertliği, kum ve toprakla karışmış olmaları ve dişlerin ucuca kapanış göstermeleri gibi etkilerden oluyordu. Aşınmalar ileri düzeye varınca pulpa odaları açılıyordu. Böylece pulpada iltihabi değişiklikler oluyordu ve periapikal lezyonlar ortaya çıkıyordu (1).

Neolitik devire ait, Bas-moulin mağaralarında bulunan alt çene kemiklerinde bu aşınmaların yaşla doğru orantılı olarak arttığı görülmektedir. Bu çenelerden bazıları bugün Monoca Antropoloji müzesinde saklıdır.

Tarihçiler, Neolitik dönemde, dişçilikle ilgili 3 tip uygulama yapıldığını varsayıyorlar: 1- Parmakla kavrayarak diş çekme, 2- Diş ağrıları için bitkisel devalar, 3- Kaviteler. (SİLEX (çakıltaşı) tozu ya da ufalanmış boynuz tozu ile doldurmak.

Günümüzden 60 milyon yıl önce dünyada memeli canlılar çoğunluktaydı. Fosil memelilerin patolojisi özellikle büyük sürüngenlerde gözlenen patolojinin aynıdır. Bu fosillerde de yine kırıklar, osteoartrit, infeksiyöz kemik hastalıkları, tümörler vs. bulunmaktadır. İncelenen ilk patolojik kemikler arasında olan Pleistocene dönemde yaşayan ayıların kemikleri, artritle ilgili ilginç bulgular göstermektedirler.

Prehistorik dönemdeki canlı türlerinde görülen kronik hastalıklar öldürücü değildir. Ancak bu canlılar, öldürücü bazı hastalıklara da uğruyorlardı. Örneğin prehistorik devirde Amerika’da üçüncü zamanda ortaya çıkmış olan tsetse tipi fossilize olmuş sinekler, o devirde olduğu kadar bugün de Afrika’da sığır ve insana etki eden ve öldürücü parazitik bir infeksiyon olan trypanosomiasis’in ileticileridir. İlk insanlar da öteki canlılar gibi hastalıklara yakalanıyorlardı. 1891’de Java’da kazı ile çıkarılan ve bilinen en eski ilk insan olarak kabul edilen Dubois Pithecanthropus’un uyluk kemiğinde büyük bir exostosis (hastalıklı kemiksi büyüme) vardır. Yine Avrupa, Afrika ve Yakındoğu’nun her yerinde bulunmuş olan ve en eski insan grubu diye kabul edilen Neanderthal’de de kronik artrit bulgular görülmüştür. Daha sonraki prehistorik devirlere, özellikle neolitik devre ait olan iskeletlerde de artrit, sinusit, spinabifida ve konjenital kalça çıkığının izleri bulundu. Yine Almanya’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bir neolitik iskelette omurga tüberkülozu (Pott Hastalığı) bulguları ve İskandinavya’da ise raşitizm vakaları görüldü. Bundan başka M.Ö. 4000’e, M.Ö. 3400’e, M.Ö. 2700’e ait olarak bulunmuş olan bazı iskeletlerde de poliomyelit, omurga tüberkülozu ve bazı tümörler (osteoma ve osteosarcoma)’e ait bulgular vardır.

Zengin kemik materyeli yanında mumyalar da bize prehistorik dönem hastalıkları hakkında bilgi verirler. Mumyalardaki dokuların incelenmesi, bilgilerimizi bir ölçüde arttırmaktadır. Bu mumyalarda pneumonia, pleurisy, böbrek taşları, safra taşları, apandisit ve diğer bazı hastalıklarla ilgili bulgular vardır. Bu tip mumyaların en eskileri de mumyalama sanatının bulunduğu Mısır’a aittir. Örneğin eski Mısır’da bugün de salgın bir hastalık olan Schistosomiasis’in M.Ö. 3000’e ait mumyalarda bulunduğu ve böbreklerde görüldüğü bilinmektedir. Yine bazı mumyalarda bulunan deri lezyonları, çiçek hastalığının belirtileri olabilir. Mısır mumyalarında ayrıca uterusun ve barsakların çıkması ve doğum sekelleri belirtileri bulunmuştur. Prehistorik dönem Amerika’sında bulunan kemiklerde de birçok hastalık belirtileri görülmüştür. Bu bulgulara göre, bu devirde artrit, sinusit, kemik tümörleri, osteoporoz ve omurga tüberkülozu vardı. Yine bazı kemikler, sifilisin varlığı ile ilgili bazı bilgiler verir. Mısır mumyalarına benzeyen Peru mumyaları da atherosklerotik değişmeler gösterirler. Prehistorik devirde Kuzey Amerika’daki sepet yapıcıları, bronchopneumonia ve silicosis hastalıklarına uğramaktaydılar.

Görüldüğü gibi hastalıklar farklı genus, tür, ırk ve uygarlıklarda lokalizasyon farklılıkları gösterirler. Buna misal olarak artriti verebiliriz. Prehistorik devre ait diğer bir tıbbi özellik de trepanasyon (kafatasını delme) adlı operasyondur. 1865’de Marvejols’de hekimlik yapan Dr. Prunieres arkeolojiye merak salarak Orta Fransa’da delikli bir kafatası buldu. Bu kafatasının yanında başka bir kafatasında kesildiği anlaşılan birkaç tane yuvarlak kemik parçaları görüldü.

Bu makale Dişhekimliği Dergisi’nin 147’inci sayısında yayınlanmıştır. Makalenin devamı, vyg.com.tr sitesindeki dijital kütüphaneden okunabilir.

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam